Haber programları dışında televizyon izlememeye çalışıyorum. Çünkü biz aile olarak televizyonu elektronik gelir kaybettiricisi olarak görüyoruz. Aslında haberlerde de şiddet, trafik kazası, intiharlar, cinayetleri izlerken beynimize bir sürü olumsuzluklarla dolduruyoruz. Aslına bakarsanız, etrafımızda bizi aşağı çekmek için uğraşan kişiler ve nedenler varken, üstüne televizyon seyrederek pul biber ekmenin bir anlamı yok...
* * *
Oğlumun her hafta ısrarla izlediği bir dizi var. Avrupa Yakası...
Zaman zaman bu diziyi biz de izliyoruz. Zaten Gaffur’la Burhan Bey ’in konuşmaları, şiveleri tüm Türkiye’nin dilinde. Hala devam ediyor mu bilmiyorum ama bir ara Gaffur pijamaları yok sattı. Dizi kahramanları, aniden Türk halkının hayatlarının bir parçası oldu...
Hele geçenlerde bir bölüm vardı ki gülmekten kırıldık. Dizide ki evin oğlu telefon açıyor. Telefona çıkan babasına ( Gazanfer Özcan ) bilgisayar da virüs olduğunu, masa üstünü temizleyip çöp kutusunu boşaltmaları gerektiğini söylüyor. Panikleyen baba karısına, bilgisayarda virüs olduğunu hemen oğlunun odasına gidip masasını temizlemesi ve çöpü dökmesini söylüyor. İffet Hanım (Hümeyra) anlam veremese de gidip bilgisayar masanın üstünü boşaltıyor. Mutfağa giderek çöp kovasını boşaltıyor. Bu işleri yaparken de sorguluyor, Tahsin Bey’le yorumlar yapıyor. Dizi bölümünün sonunda, Tahsin bey grip oluyor ve sorumlusu da bilgisayardaki virüs tabi ki...
* * *
Yanlış anlamalara örnek olarak çok güzel dramatize etmişler konuyu. Hayatında hiç bilgisayar görmeyen biri için bilgisayar kelimesi ne kadar uzak ve gizemli ise, bilgisayarın ne olduğunu bilen ama kullanamayan biri için de o kadar yabancı ve anlaşılmazdır. Dizinin o bölümünü çoğumuz keyifle izledik ama kaçımız bundan ders çıkardık?
* * *
Günlük hayatta da buna benzer yanlış anlaşılmalar oluyor. Sizin evrensel doğrularınız ve davranışlarınız diğerleri tarafından yanlış yorumlanabiliyor. Ben böyle bir durumla karşı karşıya kaldığımda, çok şaşırıyorum. Nasıl böyle düşünebilirler diye aklım almıyor. Ama olumlu düşünmek için kendimi zorladığımda, yaşadığımız ortamdan alınan birçok olumsuz mesajın olduğu aklıma geliyor. Onlara hak vermiyorum ama kızamıyorum da. İnsanların büyük çoğunluğunun kişisel gelişim ile ilgili hiçbir çaba sarf etmediklerini biliyorum...
Dolayısı ile karamsar ve birbirine güvenmeyen topluluklar halinde yaşamaya devam ediyoruz. İnsanlar siz faydalı bir şeyler yapmaya çalışsanız da, altında mutlaka bir kötülük arıyor. Bu durum beni bazen çok güldürüyor, bazen de üzüyor.
* * *
İnsanlar yaşamlarında neler biriktiriyor, neler yaşıyor ve neler öğreniyorlar?
İşte bu sorular bazen anlatmak istediklerimizin anlaşılamamasının asıl nedenidir...
Kişisel gelişim sanıldığı gibi yaşla, eğitimle değil yaşamın devam ettiği çevre ve yaşanılan iletişimlerle ilgilidir. Bu süreç ise dünyaya gözlerinizi açtığınız anda başlamıştır aslında...
Çok ağırdır özsaygı... Herkes öncelikle bunu taşımayı hedeflese ve özgüvenini bu yönde kullanmayı tercih etse, işte o zaman erdemlilik denilen zirve bayrağı ve mütevazılığına ulaşabilmiş olur.
Bunların dışında gelişen başarılar ise maalesef her zaman büyük bir yoksunluk ve açlıkla baş başadır. Bu tür başarılar çok tehlikeli sonuçlar doğurur.
* * *
Kısaca;
Düşündüğünüz,
Söylemek istediğiniz,
Söylediğinizi sandığınız,
Söylediğiniz,
Karşınızdakinin duymak istediği,
Duyduğu,
Anlamak istediği,
Anladığını sandığı,
Anladığı, arasında farklar vardır.
Dolayısı ile insanların birbirlerini yanlış anlaması için en az dokuz ihtimal vardır der, Sylviane Herpin. ..
Yanlış anlamamanın en etkili yolu ise önce kendimizi tanımamız ve karşımızdaki insanları anlayabilecek farkındalığı oluşturabilmemizdir...
* * *
* 5 Nisan 2007 Bizim Kocaeli Gazetesi haftalık köşe yazısı