Blog Arşivi

GEZİ YAZILARIM

Hoşgeldiniz





Translate

Acısu Parkı...

Büyükşehirde yaşıyorsanız eğer, çoğu zaman üstünüze üstünüze gelir;
Uzun ve gri beton bloklar, trafik karmaşası, gürültü kirliliği…
Kaçmak, sığınmak istersiniz; en yakında ki bir ağacın gölgesine, çimenin yeşiline, suyun şırıltısına.
Amaç; biraz nefes almak, soluklanmak, kafa dinlemek, arkadaşlarınızla sohbet etmektir ya da çocuğunuzu, torununuzu, köpeğinizi mahkum olduğu ev hapsinden biraz olsun, kurtarabilmek…

***
Hasbelkader çocukluğumun önemli bir bölümü, Almanya’nın şu anda da önemli sanayi kentlerinden biri olan Stuttgart (Esslingen)’ da geçti.
Yakında okuduğum bir makalede “Otomobil ilk olarak bu şehirde üretilmeye başlamış, hala Mercedes ve Porsche’nin anavatanı durumunda. Hal böyle olunca, Stuttgart için sanayi kenti demek pek de yanlış olmaz. Bu sanayi şehrinin yeşil dokuya galip gelmediğini görmek mutluluk verici. Almanya’nın en yeşil kenti olduğu bile söylenebilir. Hem sanayiyi hem de tabiatı bir arada tutmak mümkün mü diye düşünürdüm, Mümkünmüş” diyordu.
Çok uzun yıllar öncesinden, aklımda kalan, ara sıra rüyalarıma giren, yürüme mesafesi gittiğimiz parklarda ki, güneş ışığının zor girdiği devasa ağaçların hala orada olduğunu öğrenmek, nedense beni şaşırtmadı.

***
1980 yılında İzmit’e taşındığımızda, Garajlardan (birinci çan çandan) dört yola kadar yürürken, sağlı sollu devasa çınarların olması, beni ziyadesiyle sevindirmişti.
Belki o zamanda aynı beton binalar vardı ama ben o anda betondan çok çınarları görmüştüm.
Belki de o zaman çınarları bugünkü gibi hadım eder gibi budamıyorlardı;kim bilir?
Kim ne derse desin İzmit için; ister Avrupa Kenti, ister Büyükşehir, isterse metropol, ne yazık ki çarpık kentleşmeden nasibini alan kent merkezinde, diğer Avrupa kentlerinde olduğu gibi soluklanacak, devasa parklar yok.
***
Kentimizin merkezinde bulunan az sayıda ki parklardan biri de; Acısu Parkı.
Beton blokların arasına sıkışıp kalmış, bir avuç yeşil, eser miktarda ağaç ama park işte. Hiç yoktan iyi!
Acısu Parkı’nda ve çevresinde, orada yaşayanları üzen, rahatsız eden aylardır, bitmeyen hummalı bir çalışma var.
Bu park, 2. derece doğal sit alanı olduğu halde; mevcut bir avuç yeşil alan, betonlaştırılmaya çalışılıyor. Ağaçların dibine kadar beton dökülüyor, sanki nefes almasın, kurusunlar diye.
Hatta ne kadar acıdır ki, zaten az sayıda olan ağaçlar; kesilerek, katlediliyor. Üstelik bu, kenti yönetenlerin izni ile yapılıyor.
***
Almanya’nın önemli sanayi kentlerinden biri Stuttgart; hala 30 yıl önce bıraktığım gibi yemyeşil, tek bir ağaç bile eksilmemiş.
Ülkemizin önemli sanayi kentlerinden biri Kocaeli; kent merkezindeki bir avuç yeşil, her geçen gün yok ediliyor. Herkes seyrediyor, çıt yok!
Üzüntüden kahrolmaktan başka ne yapabilirim ki?


Dişçi

                                                                                              
19-25 Kasım; Dişhekimleri Haftası. Kutlu olsun…
***
Zor bir meslektir, dişhekimliği…
Fakülteyi kazanabilmek için sınava hazırlanmak zordur;
Kazandıktan sonra, 5 yıl süren eğitimi almak, ayrı bir zor…
Hele mezun olduktan sonra mesleğe adım atabilmek;
adım attıktan sonra mesleği icra edebilmek;
Kısacası, her aşamasında farklı bir meşakkat vardır.
Ama korkunç bir ağrıyla gelen hastanın acısını dindirdi mi, yüzünü güldürdü mü; çekilen tüm zorluklar unutulur, gider…
***
Dişhekimlerinin en sevmediği ve hak etmediği kelimedir“dişçi” ama ne yazık ki
“dişhekimi”yerine, “dişçi” kelimesi telaffuz edilir; sanki diş satıyormuş gibi...
Dünyanın bilgi ötesi çağı yaşadığı günümüzde, elinde çanta ile kahvelere, evlere gidip, diş yapan sahte dişçiler yüzündendir belki, kim bilir?
Belki de kentin göbeğinde, diploması olmadan ya da bir dişhekiminin diploması ile muayenehane açabilecek kadar cesareti olanlara, bugüne kadar çözüm üretemeyen hükümetlerin sağlık politikaları yüzündendir...
Bilim insanlarına şarlatan diyebilen zihniyetin, gözünün önünde ki bu sahtelere ses çıkartmamasına anlam veremesem de, gerçek bu, ne yazık ki!
***
Bilimsel Dişhekimliği’nin kabul edilmesi üzerinden 104 yıl geçtiği halde,
Ülkemizde, en iyi eğitimleri almış kişiler bile, dişi ağrımadan dişhekimine gitmiyor, dişhekimi öcü olarak görüyorsa;
Hala büyük kentlerimizde, sahte diş hekimleri fink atıyor ve rağbet görüyorsa,
Yıllık diş fırçası tüketimimiz, dört kişiye bir fırça oranında ise,
Yapılan çalışmalarda; her çocukta en az beş çürük, çekim ya da dolgu olduğu gerçeği varsa;
“Sağlıkta Dönüşüm yaptım, sağlığı özelleştirdim” diyen ama “Ağız ve Diş Sağlığı”nı sağlıktan saymayıp, özel muayenehanelerden hizmet almak yerine ADSM (Ağız ve Diş SağlığıMerkezi)’lerde hem hekimleri, hem hastaları mağdur eden;
Toplum ağız ve diş sağlığı ile ilgili çalışmalarda, koruyucu hekimliği yok sayan;
“Özel muayenehanelerden hizmet satın alacağım, biraz zaman tanıyın, sesinizi çıkartmayın” diye meslek odalarını oyalayan ama bütçede açık çıkınca, ilk önce önlem alınması gereken konunun “Ağız ve diş sağlığıhizmetlerinin, özelden alınması” gerektiğine karar veren ilgili bakanlıkların aldığı karara, kimse sesini çıkartmıyor!
Bir fırça ile 4 kişi idare etmeye alışmış yurdum insanı karşı çıkmıyor mesela…
“Bütçeyi denkleştireceğin başka bir kalem yok muydu?”diye sormuyor, belki de haberi bile yok!
Mesela en basitinden başbakanın odası dinleniyor diye, her şeyi söküp, bir odaya 300 bin lira masraf yapmak yerine ya da ne bileyim milletvekillerinin cep telefonu faturaları, makam araçları, makam uçaklarının benzin faturaları,otel faturaları…
Bilgi alışverişi yapmak için yıllardır gittikleri yurtdışından, bir türlü alamadıkları bilgi ve görgü faturaları v.b gibi aklıma gelmeyen, aslında gelipte söyleyemediğim bir sürü faturayı; kimse sorgulamıyor.
***
Her şeye rağmen, tüm meslektaşlarımın, dişhekimleri haftası ve 22 Kasım dişhekimleri günü kutlu olsun…

Orhan Veli'ye...

80 yılında tanışmıştım şiirlerinle; 15 yaşında, küçük bir kasabadan İstanbul'a yatılı okula gittiğimde...  12 Eylül'ün gölgesinde, biraz tedirgin okuyorduk şiirlerini. 
 Malum, o dönemde evinde Aziz Nesin kitabı bulunanların başına gelenleri biliyorduk...
 "Ağaç" ve "iş olsun diye " şiirin hala ezberimdedir...
 Hatta  "Hiçbir şeyden çekmediğini, nasırından çeken Süleyman Efendi için yazdığın, Kitab-ı  Sengei mezar"
 Ya da  "Bir elinde cımbız, bir elinde ayna, umurunda mı dünya"
 Hele " İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı"
 "Gün alıp başımı giderim"...
 Hele hele "Hürriyete doğru" şiirinde dediğin;
 "Ne duruyorsun be at kendini denize,
 Geride bekleyenin varmış aldırma
 Görmüyor musun her yanda hürriyet 
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol 
Git gidebildiğin yere"
*** 

En çokta "Öyle de yatılmaz ki" şiirinle anılıyorsun...

Bir de çok genç yaşta ölmeni alkole bağlamıyorlar mı?

 Eh yazarsan öyle bir şiir "rakı şişesinde balık olsam diye" Belediyenin açtığı çukura düşüp öldüğünü kim kabul eder ki?
Senin düşüp öldüğün o çukurları, belediyeler 62 yıl sonra bile hala kazıyor ve kimse içine düşmeden gıkını çıkarmıyor, ne yazık ki! Çok üzgünüm...
Ağaca bir taş attım;
Düşmedi taşım,
Düşmedi taşım.
Taşımı ağaç yedi;
Taşımı isterim,
Taşımı isterim!
Ruhun şad olsun Orhan Veli Kanık... 

Mavi bayrak mı, liman mı?

                                                                                                                     
Geçtiğimiz Haziran ayında, Karamürsel Altınkemer Plajı’nın mavi bayrak aldığını anımsıyorsunuz değil mi?
Uluslararası Çevre ve Eğitim Vakfı’nın, çevre ve turizm konusunda belirlediği 32 kriterin tamamını(!) gerçekleştirme başarısını gösterdiği için törenlerle, bakanlarında katılımı ile göndere çekildi.
Törende, Büyükşehir Belediye Başkanı Karaosmanoğlu, “ Bir bölgenin medeniyet ölçülerinden biri de, çevrenin durumudur” dedi.
Mavi bayrak için sırada Başiskele ve Dilovası’nın olduğunu söyledi.
Kimse inanmasa da, ikna olmasa da, “Aman ne güzel artık Bodruma, Marmaris’e gitmemize gerek kalmadı” diye dalga geçse de; şaka maka, aldık bir mavi bayrak işte…
Başiskele’ye ya da Dilovası’na mavi bayrak almanın ütopik (hayali) bir düşünce olduğunu düşünsem de; en önemli projelerin bile hayal edilerek başladığını biliyorum…
Biz o günleri görür müyüz, görmez miyiz? Bilmiyorum ama doğru bir çalışma ve gayretle, Körfez’imizin gerçekten mavi bayrak almayıhak edeceğine eminim.
Kenti yönetenler, Körfezin eski pırıl pırıl haline döneceğini dillerine pelesenk ederken,
Körfez’e yeni liman yapmak için iştahı kabaran şirketler, ilgili bakanlık tarafından dikkate alınmaz, hatta sert bir şekilde reddedilirse; Körfez’in eski haline dönmesi için bir kıvılcım başlatılmış olur.
***
Birkaç gün önce Başiskele’ye ticari amaçlı gemilerin yanaşacağı liman projesi için ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) toplantısıvardı yani halkı bilgilendirme toplantısı.
Ben ÇED toplantılarını kısaca şöyle tanımlıyorum: Yörede yaşayan insanlara, yapılacak olan tesisin, çevreyi ne kadar az kirleteceği, ne kadar az gürültü yapacağı, ne kadar az zarar vereceği gibi konuları en güzel cümlelerle, teknik terimlerle anlatma toplantısı. Bir nevi göz boyama…
Yani bir zarar var ama o zararın olmadığını anlatmak için yazılan, çizilen, aslında normalde olması gereken ama benim ülkemde uygulanmayan bir sürü anlamadığımız terim.
Her gittiğimiz ÇED toplantısında, anlatılan her şey güllük gülistanlık…
Bakanlıktan gelen yetkililere, “Peki bu liman senin evinin önüne yapılsın ister misin? Ya da “Bu taş kırma ocağının yanında sen oturur musun?”diye sorduğumuzda “Evet “diyen olmuyor, her nedense.
“Sana yapılmasını istemediğin şeyi, başkasına yapmak” doğru mu peki?
Şirketler daha çok kar etsin diye, havayı, toprağı, suyu kirletmeye, hakları var mı?
Sonuçta Başiskele’de yaşayan vatandaşlar; liman istemediklerini, dolayısı ile ÇED toplantısının yapılmasına da gerek olmadığını hatta mevcut limanlarında kalkmasını istediklerini söyledi.
Başiskele’ye mavi bayrak almayı düşünen yöneticiler, bu liman için ne düşünüyor? Bilmiyorum.
Ve birkaç yıl önce, Körfez’de ki 40 küsur limanın zaten çok fazla olduğunu söyleyen; TBMM Çevre ve Sağlık Komisyonu…
Süreci izleyip göreceğiz. Sonuçta, her şey bakanlıktan çıkacak karara bağlı çünkü!

Mış mış...

Yaşamımız için suyun ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz değil mi?
Bilmesek de, en azından bilinçaltımız da, ilkokulda öğrendiğimiz;
“Vücudumuzun üçte birinden fazlası ya da başka bir deyişle, yüzde yetmişinden fazlası sudur” bilgisi mevcuttur…
Oksijeni, vitamin ve besleyicileri hücrelere, dokulara, organlara kan yoluyla taşıyan;
Gözlerimizi, ağzımızı, burun kanallarımızı nemlendiren;
Vücut ısımızı dengeleyen;
Kısacası yaşamımızı idame ettirmek için gerekli en önemli maddedir “Su”…
Hiç bir şey yemeden, bir ay yaşayabiliriz belki ama vücudumuz susuzluğa bir hafta bile dayanamaz…
Dolayısı ile gezegenimizin ve vücudumuzun çok büyük bir bölümünü kaplayan;
Yaşamamız için olmazsa olmazımızdır; su.
***
Biz ülke olarak o kadar şanslıyız, coğrafya olarak o kadar güzel bir konumda yaşıyoruz ki; anlatılamaz…
Üç tarafımız denizlerle çevrili;
Nehirlerimiz, ırmaklarımız, pınarlarımız, göllerimiz, yer altı sularımız, saymakla bitmez.
Ancak yapılan araştırmalar sonucu; “Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’nin suları, küresel ölçekler bazında kirli bulundu” haberini okuyunca, insan üzülüyor.
Hele de tüm hastalıkların ve ölümlerin tamamına yakınının kirli sulardan kaynaklandığını bilince…
***
Geçtiğimiz yıllarda, denize kıyısı olmayan ya da kayda değer bir akarsuyu olmayan ülkelerin bile, “Su Bakanlığı” olduğunu düşününce, hicap duyuyordum;
Ülkemde, su havzalarında ki yapılaşmaya ya da vahşi sulamaya tanık olduğum için.
Yakın zamana kadar “su bakanlığı “yokken;
Çevre, orman, şehircilik; “ hepsi bir arada ” modunda bir bakanlık var artık, bildiğim kadarıyla…
86 yıldır değiştirilmeyen su kanununu değiştirmeye, suya olağanüstü koruma getirmek istiyorlar. Ne mutlu...
Gerçi on yıllık icraatlerini gerçekleştirirken, en önemli konu da (su) karar almak için geç bile kaldılar ama zararın neresinden dönülse kardır.
“Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Su Kanunu Taslağı´nı görüşe açtı. Kanun, jeotermal sular ve denizler hariç, kıyı suları dahil olmak üzere yüzeysel, yeraltı su kaynakları ile alakalı bütün hususları ve doğal mineralli suların tahsisine dair denetim hususlarını kapsayacak suyun, nehir havzaları bazında yönetimine geçilirken, planlı su tahsisi dönemi açılacak. Su kaynakları,‘planlama-uygulama-izleme-denetim’ sistemi ile korunurken, su kaynaklarına zarar verenlere ciddi yaptırımlar uygulanacak” diye bir haber okudum. Bu haberde diyor ki;
Ulusal su planıhazırlanacakmış”
“Dere yataklarına konut yapılmayacakmış”
Mış mış…
“Suyun tabii akışı korunacakmış”
Mış,mış da mış mış…..
“Suya olağanüstü koruma geliyormuş”
İnşallah “mişli muşlu”zamanlar da kalmaz bu yazılanlar da, bir an önce suyu koruma kanunu çıkar.