Blog Arşivi
-
►
2018
(12)
- ► Haziran 2018 (1)
- ► Mayıs 2018 (6)
- ► Nisan 2018 (2)
-
►
2017
(20)
- ► Kasım 2017 (2)
- ► Eylül 2017 (2)
- ► Ağustos 2017 (2)
- ► Temmuz 2017 (4)
- ► Haziran 2017 (1)
- ► Nisan 2017 (1)
-
►
2015
(34)
- ► Eylül 2015 (1)
- ► Nisan 2015 (9)
- ► Şubat 2015 (3)
-
►
2014
(22)
- ► Aralık 2014 (4)
- ► Kasım 2014 (4)
- ► Eylül 2014 (1)
- ► Haziran 2014 (1)
- ► Mayıs 2014 (1)
- ► Nisan 2014 (1)
- ► Şubat 2014 (3)
-
▼
2013
(43)
- ► Aralık 2013 (2)
- ► Kasım 2013 (4)
- ► Eylül 2013 (9)
- ► Haziran 2013 (4)
- ► Mayıs 2013 (4)
- ► Şubat 2013 (4)
-
►
2012
(52)
- ► Aralık 2012 (4)
- ► Kasım 2012 (5)
- ► Eylül 2012 (4)
- ► Ağustos 2012 (4)
- ► Temmuz 2012 (4)
- ► Haziran 2012 (5)
- ► Mayıs 2012 (4)
- ► Nisan 2012 (5)
- ► Şubat 2012 (4)
-
►
2011
(45)
- ► Aralık 2011 (6)
- ► Kasım 2011 (5)
- ► Eylül 2011 (5)
- ► Ağustos 2011 (3)
- ► Temmuz 2011 (5)
- ► Haziran 2011 (12)
- ► Şubat 2011 (3)
-
►
2010
(182)
- ► Aralık 2010 (182)
GEZİ YAZILARIM
Hoşgeldiniz
Hakkımda
Translate
Yine çöp!
İnsan büyükşehirde yaşayınca, beklentileri de büyük mü oluyor ne?
Mesela evinden dışarı adımını attı mı, işe gidene kadar gördükleri ile gözü gönlü açılsın istiyor.
Kafasını kaldırdığında, üstüne üstüne gelen çirkin beton apartmanların dökülen boyalarını, kafasını indirdiğinde sigara izmaritlerini görmesin;
Yağmurlu günlerde, kaldırım taşına bastığında, üzerine çamur sıçramasın;
İşe vardığında, yarım saat ayakkabılarının çamurlarını, pantolon paçalarını temizlemekle uğraşmasın;
Büyük klasik müzik ustası Schubert’in “Bitmemiş Senfonisi” gibi bitmeyen yol ve kaldırım çalışmaları için çalışan iş makinelerinin çıkarttığı ses ve toz bulutu olmasın istiyor…
“Bunların neresi büyük beklenti” diye sorduğunuzu duyar gibiyim.
Haklısınız, bunlar değil büyük beklentiler, sıradan beklentiler bile olmamalı.
Ne büyükşehirde, ne ilçede, ne de köyde…
Zaten verdiğimiz vergilerle en basitinden bu konforu yaşayabilmeliyiz.
***
Hadi diyelim, yol yapmak kaldırım yapmak zor ve meşakkatli işler, imalatları uzun sürüyor.
Peki, çöp toplamakta mı zor?
Üstelik birçok kent için lüks olan çöp fabrikasına sahip bir kentken!
En çok üretimi yapan, en çok vergi veren ve ülke ekonomisine en çok katma değer sağlayan kentlerin başında geliyoruz.
Büyükşehir Belediyesi ve hatta Avrupa kentiyiz…
Ancak, her sabah işe giderken, öğle yemeği için dışarı çıktığımda ya da akşam eve dönerken karşılaştığım manzara canımı çok sıkıyor.
Çöp konteynırları tıklım tıklım dolmuş, taşmış sanki bir haftadır toplanmamış gibi.
Bu bir değil, iki değil, hep aynı…
Oysa her gece uygunsuz bir saatte çöp arabalarının, çöplerini topladığını, uykum bölündüğü için biliyorum.
O zaman sorun nerede?
Verdiğimiz çöp vergileri, çöpe mi gidiyor?
Avrupa’dan bir yetkili gelse, bu çöpleri görse, “ Avrupa Kenti” yerine “Çöp Kent” diyecek diye korkuyorum hatta utanıyorum.
“İnsanlar layık olduğu şekilde yönetilir” denir ya hani biz buna mı layığız?
Değilsek, neden kimse sesini çıkartmıyor?
Çöplerin üzerinden atlayıp geçiyor?
Önümüz yaz…
Dünya da yok olan birçok hastalık, ülkemizde yine hortladı.
Çok dikkatli olmalıyız!
volkan gibi taşmaya devam ederse, karasinek ve sivrisineklerin sebep olduğu hastalıklarından nasibimizi almaya, namzetiz diye düşünüyorum.
***
Beğenmediğimiz Meksika bile “Çöpünü getir; meyve, sebzeyi götür” diye bir kampanya düzenlemiş.
Çöplerin geri dönüşümünü artırmak isteyen Meksika yönetimi, vatandaşlarını teşvik etmek için ilginç bir uygulama başlatmış…
Geri dönüşüm yapılabilen organik çöplerini getirenler, yiyecek alabilecekleri kuponlarla ödüllendiriliyormuş.
Çöpleri toplayamıyorsanız eğer hiç değilse, çöplerini katma değer olarak döndüren Meksikalılardan örnek alın…
Ellerinizi vicdanlarınıza götürün!
Çok sevdiğim
ve yazılarımda da sık sık paylaştığım, bir söz var:
Herkesin
alnında görünmeyen harflerle “Beni önemli hissettir yazar” diye…
***
Birkaç gün önce,
eve gelmiş, akşam haberlerini izliyordum…
Edirne’de,
Selimiye Camii’ne giderken, Çevre ve Şehircilik Bakanının önüne, kemoterapi gördüğü için saçları dökülen bir genç
kız çıktı…
Kanser
hastası olduğunu ve hastalığı ile ilgili ilacı temin etmekte güçlük çektiğini, yardım
istediğini söylediğinde; tüm ülkenin kanını donduran bir sahne ile karşılaştık.
Bakan Bey
üniversite öğrencisi olduğunu öğrendiğimiz genç kıza dilenci muamelesi yaptı ve
cebine para sokuşturmaya çalıştı.
Ne yazık ki, insanların
alnında görünmez harflerle yazılı olan “Beni
önemli hissettir” sözünden bihaberdi...
Belli ki on
küsur yıldır, iktidarda olan partisinden gördüğü, öğrendiği; çaresiz insanlara
makarna, buzdolabı vesaire dağıtmak yani ağızlara bir parmak bal çalmak olduğu
için aklına ilk gelen şey; bakanın kendi deyimi ile cebinden çıkarıp yüklü bir
para vermek oldu.
***
Haberi izlerken
ilk andaki şaşkınlığımla “Acaba bu Bakan Bey’e kurulmuş bir komplo olabilir mi?
Kız gerçekten kanser mi yoksa karşıt görüşten biri de, türbine mi oynuyor?”
diye aklımdan da geçmedi değil.
Ancak böyle
bile olsa, bakan beyin tavrı, çok aşağılayıcı ve onur kırıcı idi.
Genç kızın
yüzüne bile bakmadan, onu dinleme zahmetine bile girmeden, para vermeye
çalışması, topluma bakış açısının bir göstergesiydi.
***
Sağlık
Bakanlığı’nın sürekli övündüğü, devrim yaptığını iddia ettiği politikalarının
her geçen gün foyasının meydana çıktığını fark etmemizi sağlayan bu haberde:
Kanser olan
bir genç kız, ilaçlarını alamadığını
ifade etme cesaretini gösterdiğinde;
“Al işte bu
parayı, ilaçlarını bu parayla alırsın kızım” diye dilenci konumuna düşürüldü.
“Ben dilenci
değilim, yanlış anlaşıldım”
“Ellerini ceplerinize değil, vicdanlarınıza
götürün”
“ İnsanlık
konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım” diyen
20’li yaşlardaki bu yürekli kız, bakanın
verdiği parayı geri vererek; sadece Bakan Bey’e değil tüm insanlığa bir ders
verdi.
Onun
sayesinde;
apar topar, ucuz
olduğu için Türkiye’ye getirilmeyen ya da karaborsaya düşmüş kanser ilaçlarının,
yurt dışından getirilmesine karar verildi.
Onun
sayesinde;
İlaç politikamız
bir kez daha gözden geçirilmeye başlandı…
Ey
yöneticiler, ellerinizi vicdanınıza götürmek için, ille de birilerinin isyan
etmesi mi gerekiyor?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)