Blog Arşivi

GEZİ YAZILARIM

Hoşgeldiniz





Translate

Önemsemek ve önemsenmek…

                                                                                                         
Kabul etsekte etmesekte; her birimiz, farklı kişiliklere sahibiz.
Doğduğumuz yer, yetiştirilme tarzımız, yaşam tarzımız, karakterimiz, mizacımız, eğitimimiz, beğenilerimiz, algıda seçiciliğimiz vs. gibi birçok faktör bunu etkiliyor.
Her birey, insan olma ortak paydasında kendine biçilen rolün kahramanı olarak ya kolayı seçip yerini kabul ediyor; ya da yadsıyor.
Ancak hiç kimse kendini önemsiz hissetmek istemiyor;
Hiç kimse değersiz biri gibi davranılmaktan, adam yerine konulmamaktan hoşlanmıyor; öyle değil mi?
***
Köşe yazılarımda sıkça, kişisel gelişim ve liderlik uzmanlarının sarf ettiği;
“Her insanın alnında görünmeyen harflerle beni önemli hissettir cümlesi yazılıdır” sözünü paylaşırım…
Kesinlikle hepimizin görmesi gereken, her insanın/canlının, dünyada kapladığı yeri gerçekten hak ettiğini bilme (değerinden emin olma) isteğini ne yazık ki atlıyoruz.
***
Çoğumuz karşımızdaki insanın duygu ve düşüncelerini konuşmaktansa, daha çok kendimizden bahsetmeyi tercih ederiz.
Aslında konuştuğumuz ya da anlattığımız konunun önemini ortaya koyan, karşımızdaki insanın ilgisini çekmesidir.
Biri ile konuşurken, onu dikkatli bir şekilde dinlediğimizi hissettirmekte çok önemlidir. Bunun için, karşımızdaki kişiyi dinlerken başka şeylerle meşgul olmayıp, yüzüne bakmamız gerekir.
Eğer konuşmalarını onaylıyorsak“haklısın”, “aynı fikirdeyim” gibi onay sözcükleri ile konuşmasınıdesteklemeliyiz.
Edilgenliğe mahkum etmek yerine diyalog kurduğumuzu ve değer verdiğimizi, dikkate aldığımızı hissettirmeliyiz…
Siz ne kadar önemli biri olursanız olun, ancak karşınızdaki kişiye kendisini değerli hissettirdiğinizde, onun gözünde önemli olursunuz.
Araştırmalara göre, söylenen sözcükler ne kadar iyi ya da kötü anlamlı olursa olsun, zamanla unutulabiliyor. Buna karşın o kişiye hissettirdiğiniz “önemliyim” duygusu asla unutulmuyor…
***
Tokalaşırken muhatabının yüzüne bakmayan insanlara çok kızıyorum.
Tokalaşmak, önemli bir ayrıntı,bir değer göstergesidir aslında…
Birinin elini sıkarken yüzüne bakmamız, ona verdiğimiz değeri gösterir.
Yalnız biraz dikkat! Kemik kıran cinsinden sert veya ölü balık tabir edilen gevşeklikte olmamalı…
Bunun yanında yeni tanıştığınız insanlara tanışma esnasında ve sonraki karşılaşmalarınızda ismi ile hitap etmeniz onların gözünde sizi yüceltecektir. Deneyin, fark edilecek ve fark edeceksiniz.
***
Toplum olarak eleştirmeyi pek severiz…
Bir başarıyı kabullenmek, kutlamak, övmek nedense içimize sinmez; zor gelir. Başarının altında mutlaka bir bit yeniği ararız. Özellikle ulaşmak istediğimiz güce veya her hangi bir hedefe varan kişileri eleştirmek, Süper Kupa finalinden daha heyecanlıdır. Hâlbuki hak ettikleri zaman insanları övmek, kutlamak onlara değerli olduklarıhissini vermek, gerçekten özel bir güç ister. Tabii eğer hak ediyorlarsa…
Böyle bir tavır, bizim üstünlüğümüzü, farkındalığımızı ortaya koyar.
Aksi ise, tam manasıyla bir kompleks ve yetersizlik sakızı çiğnemeye benzer. Yine kendimizi öne çıkarmaya, rakibimizi ise yok saymaya çalışırız... “Ben” vurgusuna sığınırız. “Ben”,“bana”, “benim” gibi kelimeler yerine; sen, sana, senin, hatta daha iyisi “biz”i vurgulayan sözcükler kullandığımızda sihirli bir havanın estiğini de nedense, fark etmeyiz.
Oysa bu sihre hepimizin çok ihtiyacı var. Öyle değil mi?

Öyle güzel uyuyordun ki!


                                                                                                  
Geçen hafta e-reçetelerle ilgili bir yazı yazmıştım…
O yazımın üzerine, bir okurumdan aldığım elektronik postayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Dikkatle okumanızı tavsiye ediyorum. Çünkü bu ileti, ülkemizde ki yasa boşluklarından faydalanıp, insan sağlığı hatta yaşamı ile nasıl oynandığını en ince detaylarına kadar anlatıyor.
***
Balıkesir´de bir kadın,
Güzel mi güzel.
´´Yolun yarısı eder´´de, Cahit Sıtkı´nın deyimiyle…
Balıkesir´de bir radyo,
Gün boyu dönüp duran bir reklam.
Ya zayıflayacaksınız ya da zayıflayacaksınız türünden…
Balıkesir´de bir kadın,
Güzel mi güzel
Ve daha yarısındayken her şeyin,
Yol biter…
Türkiye´de mevcut yasalar ilaç reklamının yasak olduğunu söyler. O nedenledir ki, üretici ya da ithalatçı firmalar tanıtımlarını “Sayın Doktor ve Eczacılar” diye başlayan ilanlarla sunarlar. Peki, nasıl oluyor da bir radyo programın da ya da internet sayfasında açık ve rahat şekilde tanıtım, reklam ve pazarlama yapılabiliyor?
Cevap şu; pazarlanan ürün ilaç değil çünkü. Yasal açıklıklardan yararlanan uyanıklar, büyük paralar ödeyerek kiraladıkları doktorlara ´´eğer kullanmazsanız çok şey kaybedersiniz´´i birşekilde söyletip insanların umutlarını sömürmektedirler.
Olay yasal mıdır? Evet.
Olay etik midir? Hayır.
Olay ahlaki midir? Asla…
Çelişkilerin çok rahat yaşanabildiği güzel bir ülke Türkiye…
Kapitalizmin para= tanrı tavrı; birilerinin para kazanmak adına yasal boşluklar aramasına, bulunan boşlukların vahşice ve sonuçlarıdüşünülmeden paraya çevrilmesine çanak tutmaktadır. Vitrine de parayı bastırıp bir hekim, bir sanatçı ya da bir siyasi oturttuğunuzda geriye siparişleri almak ve paraları destelemek kalıyor ne yazık ki!
Yıllarca bu ülkede, Beyazıt baharatçılarından alınan muhtelif otlar, merdiven altımekanlarda muşambalar üzerinde harmanlandı ve çok güzel ambalajlara konup çok tirajlı gazetelere ödenen çok büyük reklam paraları karşılığı büyük bedellere pazarlandı.
Homojenite sağlanamayan karışımlar, hijyen şartlarından uzakta piyasaya sürüldü ve bazı uyanıklara büyük paralar kazandırdı. Para alıp reklama çıkan hekimlerce de, serbest piyasa ticareti diye bakan hükümetlerce de, madem talep var satıp kazanayım diyen eczanelerce de ilaç ile zehir arasındaki tek farkın doz olduğu unutuldu.
Çelişkilerin çok rahat yaşandığı bir ülke Türkiye demiştik.
Fare zehirleri Sağlık Bakanlığı izni ile üretilirken, bebek mamaları ithali için Tarım Bakanlığı oluru yetiyor mesela.
Bildiğiniz oje silmeye yarayan aseton üretip satmak için, Sağlık Bakanlığıiznini almak zorundayken; Dr. Bilmem Kim’in reklamını yaptığı zayıflama tableti Tarım Bakanlığı izinli çıkıyor.
Tüy dökücü krem üretmek için Sağlık Bakanlığı koridorlarını aşındırmanız gerekiyorken, bir başka Dr. Bilmem Kim´in migren tedavi tableti Tarım Bakanlığıonayıyla rahatça ve açıkça satılabiliyor.
Sağlıksız bir Sağlık Bakanlığı, yasal göründüğü için izin ya da ruhsat vermede sakınca görmeyen Tarım Bakanlığı, umutları sömürülüp, paralarından, sağlıklarından ve bazen de canlarından olan insanlarımız...
Kazananı kim mi bu tablonun?
Parayı koyacak yer bulamayan reklam hekimleri ile büyük reklam bedelleri alarak sayfalarca ilanlar yayımlayan gazeteler, dergiler, internet siteleri.
Denetleyecek makamı mı sordu biriniz?
Tabi ki devlet ama Aziz Nesin´in dediği gibi;
´´Bir gün bu memleketin yanağına öpücük, başucuna da bir not bırakıp gideceğim´´
Not ta şunlar yazıyor olacak; ´´Öyle güzel uyuyordun ki, uyandırmaya kıyamadım´´
* Posta Gazetesi Doğu Marmara Eki ve Gebze Haber Gazetesi

Sudan sebepler

Son birkaç haftadır, yazılı ve görsel basının en önemli gündem maddelerinden biri de;   damacana suları oldu…

Şebeke suyuna güvenmeyip, damacana suyu kullanan herkes diken üstünde…

Neden olmasın ki? Yıllardır sağlıklı su içtiğini zannederken, bazı su markalarını tercih edenler, aslında musluk suyundan daha kötü su içtiklerini öğrendiler.

Şaka gibi değil mi? Olsun, Yıllarca sağlıklı su içmek için damacanaya ödedikleri para üstüne bir bardak soğuk su içip, dua etmeliler. Ya Sağlık Bakanlığı konuyu açıklamasaydı, ya sudan sebeplerden dolayı hastalansalardı!



***

Uzmanlar, hemen her gün televizyon kanallarında saatlerce damacana sularını anlatıyor, tartışıyor.

Sağlıksız koşullarda üretilmiş olan bu suların, sağlık açısından ne gibi zararları olduğundan  bahsediyorlar. Bugüne kadar akılları neredeydi, neden bu kadar sık ve ısrarla anlatıp halkı uyarmadılar? O da ayrı bir konu.

Konuşmaları dinleye dinleye neredeyse biz de su uzmanı olduk. Gerçi olmamız da gerekiyor çünkü şu anda farkında olsak ta olmasak ta,  ülkemizin hatta dünyanın gelecekte ki en önemli sorunlarının başında su sorunu geliyor. Biz ise şu anda, su kaynaklarımızı hoyratça kullanıyor, yabancılara satıyoruz.  Nasıl olsa ülkemizin üç tarafı sularla çevrilmiş, derelerimiz, ırmaklarımız, nehirlerimiz, göllerimiz bol… 50 yıl sonra, kuraklık beklenen ülkelerin içinde ismimiz geçiyor ama olsun.  “Say say bitmez; sat sat bitmez!”



***

Sağlık Bakanlığı, yetkilileri, hangi firmaların kusurlu olduğunu, isim isim açıklıyor.

Bu tesislere yetki belgesi verirken, kusurlarını fark etmediler mi acaba?

Yıllardır eşime dostuma damacana sularının, uygun koşullarda üretilmediğini, taşınmadığını, depolanmadığını anlatmaktan dilimde tüy bitti. Bir iki sefer de köşe yazımda anlattım:

 “Damacanalar yeteri kadar temizlenmiyor. Üretildikten sonra,  üstü açık kamyonlarla taşınıyor, marketlerde dışarıda bırakılıyor;  güneşe maruz kalması, dioksin denen kanserojen maddenin oluşmasına sebep oluyor” diye.

Bu arada gözden kaçırmamamız gereken bir konu da, pet şişe içindeki her türlü gıda maddesinin güneşe maruz kalmaması gerektiği; sadece suyun değil…

Mutlaka sizinde gözünüze ilişmiştir, üstü açık kamyonlarla taşınan ya da marketlerin önünde dizi dizi sıralanan pet şişe içindeki meşrubatlar…



***

Herkesin aklı karışık… Yetkililer, uzmanlar, bugüne kadar damacana sularının sağlıksız ortamda üretildiklerinin farkında değiller miydi? Neden bunca yıl halkı uyarmadılar, neden tesisleri denetlediklerinde, kapatmadılar?  Neden şimdi?

Birileri su arıtma cihazı işine mi girdi? Yoksa damacanaların yapıldığı Polikarbon’a ya da pet şişelere alternatif geliştirilen Tritan Copolyester işine mi girdi?

Bekleyip, göreceğiz…



 








Sandal küreği ile yat yüzdürmek!

                                                                                                                            

1Temmuz itibariyle başlayan “Ulusal E-reçete Projesinin hem vatandaşa hem de eczacılara kolaylık sağlayacağını düşünürken; gerek basından gerekse tanıdığım insanların bizzat yaşadıklarından, vatandaşın ve eczacının bir takım sıkıntılarla karşıkarşıya kaldığını öğrendim.
Elbette yeni bir sisteme geçildiğinde, başlangıçta aksaklıklar olabilir ama ya bu aksaklıklar kalıcı olursa, ya yapılan onca elektronik yatırım boşa giderse?“ diye düşündüm ve eğrisiyle doğrusuyla e- reçete projesini, bilgi ve tecrübesine güvendiğim bir eczacı tanıdığıma sordum. Yanıtını sizlerle paylaşıyorum:
01.07.2012 tarihinde uygulamaya giren “Ulusal E-reçete Projesi” reçete suistimalinin önlenmesi, eczanelerin kuruma teslim ettikleri reçetelerin yasal süresince depolanması, muhafaza güçlüğü ve getirdiği maliyet, ilaç, reçete, hasta ve hekim istatistiklerinin sağlıklı tutulabilmesi vs. anlamında oluşturulmuş bir sistem gibi gösterilmektedir.
Ne var ki, adı geçen proje altyapı tamamlanmadan, “ben yaptım oldu”, “kervan yolda düzülür” mantığı ve “sorun çıktıkça çözmeye çalışırız” mantıksızlığı ile Eskişehir ve Konya gibi illerde 2-3 aylık pilot uygulamalar sonrası tüm Türkiye´ye dayatılmış, deve mi kuş mu olduğu anlaşılamayan bir projedir.
Modern ülkelerde, istatistikî bilgilerin planlama ve yatırım anlamında çok önemli olması açısından bakıldığında, mutlaka uygulanırlığı sağlanması gereken bir sistem olmakla beraber, ülkemizdeki yönetici erkin modernite, akıl ve hukuk tanımazlığı nedeniyle, teorideki güzelliğin asla yaşanamayacağı bir ütopyadan öteye gidemeyeceği görülmektedir.
Zira siz suç ve suçluyla mücadelede teknolojiyi ne kadar geliştirirseniz geliştirin aynı, hatta bazen daha ileri teknolojileri kullanan suç örgütleri yeni yöntemler oluşturarak sisteme sızmakta geç kalmamaktadır.
Ulusal E-Reçete Projesi neden doğru?
- Çevreci bir açıdan bakıldığında binlerce ton kâğıt israfının önlenmesi anlamında mutlaka ama sağlıkla uygulanması gereken bir sistemdir.
- Geçtiğimiz günlerde yazılı ve görsel basından izlemiş olmalısınız; binlerce kutu kullanılmamış ve miadı dolmamış ilacın çöplüklerde bulunması, genelde kamunun özelde de bu ülke insanının parasının firma, hekim, eczacı, hasta şirketleşmesiyle, haksız kazanç olarak birilerinin cebine aktarılmasının önlenmesi anlamında mutlaka ama sağlıkla uygulanması gereken bir sistemdir.
-Eczaneler açısından bakıldığında, bürokratik işlemlerin yarı yarıya azalması söz konusu olacağından, mutlaka ama sağlıkla uygulanması gereken bir sistemdir.
-SGK boyutu incelendiğinde, eczanelerin teslim ettikleri reçetelerin incelenmesi için istihdam edilen yüzlerce nitelikli personelin daha verimli alanlarda kullanılabilmesi anlamında da mutlaka ama sağlıkla uygulanması gereken bir sistemdir.
Bu kadar olumlu özellikleri olan bir sisteme neden mi karşıyız?
1- Kişisel görüşümü soracak olursanız siyasi iktidarın ülke ve ülke insanına faydalı olabilecek herhangi bir şeyi uygulamaya koyacağına inanmıyorum. Elde edecekleri istatistiki bilgilerle, bu pazarın reel değerini öğrenip yandaşları için yeni arpalıklar oluşturacaklarını düşünüyorum (Bkz. SGK’lı hastaların özel hastane ve polikliniklerde muayene imkânı ile yandaş sağlık kurumlarının, tetkik ve teknik ekibin zengin edilmesi).
2- Türkiye’de yaklaşık 24.000 eczanede SGK reçeteleri karşılanmakta olup bazı eczanelerde çok sayıda bilgisayardan aynı anda reçete girildiği, diğer sağlık sunucularının da aynı server (sunucu) üzerinden hizmet verdiği düşünüldüğünde alt yapının en az yüz bin işlemi aynı anda yapabilecek kapasitede olma zorunluluğu varken; eczanelerin gün içinde aldıkları dökümü saat 17.00 öncesi faturalayamamaları, server yetersizliğinin en somut örneğidir. Mevcut sistemdeki teknolojik yetersizlik yukarıda açıklamaya çalıştığım biçimiyle devam ettiği sürece “Ulusal E-Reçete Projesi”ni sandal küreği ile yat yüzdürülmeğe benzetmek kaçınılmazdır.
3- Amaçları tribüne oynamak olan, mümkün olan her yerde “insanımız dilediği sağlık kurumunda muayene olup dilediği eczaneden ilacını beklemeden alıyor” diyerek alınan hizmetin nitelik ve kalitesinden bahsetmemek, reçete katılımı, ilaç katılımı, fiyat farkı, muayene ücreti, yüzde katılımı adlarıyla ortalama bir reçete bedelinin neredeyse yarısını hastadan tahsil etmek ve bunu da eczaneler üzerinden yapmak, tipik bir şark kurnazlığıdır…
4- Sağlık politikasının bir parçası olan, e-reçete uygulaması tüm güzel yanlarına karşın genel politikada süregelen yanlışlar nedeniyle düşüp kalmasa bile “yalnız ve güzel ülkemde” tökezlemek zorundadır. Çünkü hükümetin adalet, eğitim, savunma politikalarına yönelik eleştirilerle sağlık politikasındaki çıkmazlar aynıdır.
Sivrisinek avlayarak çözülemez bu iş, bataklık kurutulmalıdır! Saygılarımla…
***
Bu kadar ayrıntılı bir anlatımdan sonra, bana söyleyecek söz kalmadı. Yapacağımız tek şey bekleyip görmek...

*Posta Gazetesi Doğu Marmara Eki ve Gebze Haber Gazetesi'nde yayımlanmıştır