Blog Arşivi

GEZİ YAZILARIM

Hoşgeldiniz





Translate

Bencillik üzerine…


                                                                                                        
Etrafınızda kaç tane bencil insan var diye, düşündünüz mü hiç?
“Soruyu yanlış sordun” dediğinizi duyar gibi oldum.
Belki de “Bencil olmayan kaç kişi tanıyorsunuz?” diye sormam gerekiyordu.
İnsanoğlunun doğasında mı vardır, bu bencillik?
Gerçekten herkes bencil midir; bencil olmayan insanlar, var mıdır?
Bir Atasözümüzde dediği gibi, “Önce can, sonra canan mıdır?” hakikaten…
Bencillik genetik midir?
Zaman zaman karşılaştığımız davranışlardan sonra, aklımıza gelen ve içinden çıkamadığımız bazı sorular…
***
Bencillik;  “Kişinin sadece kendini düşünmesi, kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesi ve çıkarlarını herkesin çıkarlarından üstün tutması durumu, egoizm” diye açıklanıyor, uzmanlar tarafından…
Düşününce, elbette çıkarlarını korumalı insan diye aklınızdan geçiyor hatta belki de biraz bencil olmak, “ensesine vur lokmasını al” durumunda olmaktan daha iyidir, diyorsunuz.
Ancak bazı insanların, bencilliği fazlasıyla abarttığını görünce, şaşkınlıktan küçük dilinizi yutuyorsunuz…
Sanki dünyadaki tek ve en önemli kişi kendileridir. Herkes onların etrafında pervane olsun, her istedikleri gerçekleştirilsin, isterler;
Hep onlar konuşsun, diğerleri dinlesin;
 Pohpohlansın, alkışlansınlar ama onlar bir başkası için kılını kıpırdatmasınlar.
Hiçbir şeyi paylaşmasınlar…
Hele eski günlerle kıyasladığımızda, bencilliklerin her geçen gün ziyadesiyle arttığını görüyoruz.
 Biz eskiden, gelenek ve göreneklerimize göre paylaşımcı insanlar değil miydik?
Beğenmediğimiz, eleştirdiğimiz kapitalistlerden ne farkımız kaldı şimdi?
***
99 depreminde, dağıtılan yardımları kapışan insanları gördüğümde, depremin etkisinden daha fazla şok olmuştum.
Battaniye, piknik tüpü vs. gibi dayanıklı tüketim malzemelerini çifter çifter kapışanları, birbirlerini ezenleri; aç gözlülük, görgüsüzlük kelimeleri ile tanımlamak mümkündü belki ama yiyebileceğinden fazla ekmek alıp, sonra çöpe atanlara bencillik kelimesi kifayetsiz idi. Bencillik ötesi bir duyguydu bu!
Hadi o zaman afet zamanı idi. Zor zamanlarda; insanın korkuları, kaygıları, kişiliğini değiştirebilir diyelim.
Peki, günümüz koşullarında;  elinde her türlü imkan varken,  paylaşmayan, saklayan,  insanlara ne demeli?
***
Toplumun çıkarlarını, kendi çıkarlarının önünde tutabilen insanlar yok mu?
Elbette var…
 Onlar egolarını ceplerine koymuşlardır.
Sevgilerini, ellerindeki fırsatları, bilgiyi kısaca güzel olan her şeyi paylaşırlar.
Açlıktan ölmek üzere olsalar ve sadece bir dilim ekmekleri olsa bile, ortadan ikiye bölerek paylaşırlar.
Çünkü başkaları mutlu olduğunda,  mutlu olurlar.
 “Önce ben değil”, “önce biz” düşüncesindedirler.
”Bencillik” kelimesi sözlüklerinde yoktur.
İşte bu insanlar,  İyi bir takım oyuncusudur ve doğuştan liderdirler.
Ve günümüzde onlara çok ihtiyacımız var!
***
Yeni yılda, her şey gönlünüzce olsun…

* Posta Gazetesi Doğu Marmara Eki, Gebze Haber Gazetesi

Şu MHRS dedikleri


                                                                                                                                  

AKP hükümetinin en çok övündüğü politikalarından biridir; “Sağlıkta Dönüşüm Programı”.
Sağlıkta Dönüşüm Programı’na göre: İsteyen istediği yerde muayene olabilecek; sabahın köründe hastaneye gidip, randevu alıp, saatlerce kuyrukta beklemek yerine, internet veya telefon yoluyla randevu almak, sorunu çözecek;  bundan hem hastalar hem de sağlık çalışanları memnun olacaktı…
 Dünyanın bilgi ötesi çağı yaşadığı bir dönemde, iletişim kanallarını kullanmamak, çok anlamsız olur, elbette. 
İnternet ya da telefonla randevu almak, çok mantıklı ve akıllıca bir yöntem gibi gözüküyor; belki de sizin hayatınızı kolaylaştırdı ancak bir sağlık çalışanından, MHRS ( Merkezi Hastane Randevu Sistemi) ni dinlemek ister misiniz?
Öyleyse buyurunuz…   
***
Hastalandınız ve randevu alacaksınız..
Evinizde internet varsa, oradan denersiniz ama en az bir hafta on gün zarfında boş randevu günü yoktur. Sonra Alo 182’ yi deneyelim dersiniz. Karşınıza çıkan kişiye derdinizi diliniz döndüğünce anlatmaya çalışırsınız.
Size gideceğiniz hastaneyi söyler. O hastaneye bağlı üç tane semt polikliniği vardır.
Bunlardan biri mesela Köseköy’dür. Randevu tarihi bulunca ya farkına varmadan ya da İzmit’te yeniyseniz, kabul edersiniz ama uzaklığın farkına vardığınızda, çok geç olmuştur. Sinir sisteminiz bozulsa da, nafiledir.
MHRS (Merkezi Hastane Randevu Sistemi)  direkt bir merkeze bağlıdır. O merkez Ankara dışında hiç bir yeri bilmez.  Dolayısı ile Seka Devlet Hastanesi’nin Semt Polikliniği olan Köseköy ile mesafesini ya da Kocaeli Devlet Hastanesine bağlı Sanayi Semt Polikliniğinin hastaneden uzaklığını…
Bu arada telefonla randevu alabilmek için girilen stresin yanı sıra, cebinizden 8- 14 TL arası telefon parası çıkar.
Hastanelere gittiğiniz de, kuyruk göremezsiniz. Doğru, artık kuyruklar bitmiştir ancak hastalar artık hastane yerine evlerinde kuyruğa girmiştir.
Diyelim ki çok önemli bir hastalığınız var. Örneğinyüksektansiyon hastasısınız ve ilaçlarınız bitti. Eskiden aynı gün hekim karşısına çıkabilirken, artık randevu ile en az dört gün sonra hekim yüzü görebilecek ve ilaçlarınızı yazdırabileceksiniz. Aslında bu durum, hastanelerdeki kuyruğun dört kat büyüdüğü anlamına gelmektedir.

***
Peki, sürekli sağlık konusunda yol aldığımızı ballandıra ballandıra anlatan Sağlık Bakanı Recep Akdağ, ya da diğer bakanlar, belediye başkanları, AKP il- ilçe yönetimi vs. kendileri ya da ailelerinden bir hasta olduğunda ne yapıyorlar?
Sade vatandaş gibi  “İnternetten ya da Alo 182 den hiç randevu aldılar mı?” diye düşündüm. Sordum soruşturdum. Ortaya çıkan gerçek şu:
Gelmeden önce başhekime telefon edilir. Koruması olanlar korumaları ile birlikte geldiğinde, muayene olunacak doktora telefon edilir, yanlarına bir hostes verilir. Kapıda ki sıra mıra önemli değildir. Girer ve muayene olur. Röntgen, kan tahlili, tomografi gibi işler içinde aynı hızda, bir formül uygulanır. Hatta başhekimin odasında çaylarını yudumlarken, ilaçları hazırlanıp, önlerine getirilir.
Sonra da hararetle ve inançla; ne kadar güzel bir sistem yaratıldığından bahsedilir.   
***
Şimdilik durum bu…
Devlet Hastaneleri, Sağlık Bakanlığından ayrılarak yerel yönetimlere bağlı, başhekim ve idari kadroların her yıl değiştirilebileceği, tamamen yerel siyasi rejime bağlı bir hale getirilmek istenmektedir. Bakalım, o zaman neler olacak?

*Posta Gazetesi Doğu Marmara Eki, Gebze Haber Gazetesi

Yaşamı kaosa dönüştürmek


Geçtiğimiz hafta yerel gündemde yine, Maşukiye Yanıkköy vardı.
Ülkemizin milli projesi olan, “Hızlı tren projesi” için gerekli olan taşlar sanki sadece Maşukiye civarında çıkıyormuş gibi; 1. sınıf içme suyu kalitesinde ki derenin yakınında,  yemyeşil bitki örtüsünün olduğu yerde taş ocağı açmak istiyorlardı, ülke ve kent yöneticileri…
***
Herkes isyan etse de; bilim insanları, bilirkişiler yörede taş ocağının açılmasının çok yanlış olduğunu söylese de, nuh dediler, peygamber demediler…
Beni en çok şaşırtan “Sapına kadar çevreci” olduğunu iddia eden Büyükşehir Belediye Başkanı Karaosmanoğlu oldu.
Evet,  denize fosseptiğin aktığı yerde uluslar arası yüzme müsabakası düzenlemişti;
Pırıl pırıl Akdeniz ve Ege’ deki plajların alamadığı, Mavi Bayrağı Karamürsel Altınkemer Plajı’na almıştı;
İşine gelmeyince, kıyı kanununu yemişti ama cennetten bir köşede taş ocağı açılmasına gönlü elvermez demiştim.
Kent,  “Taş ocağı açılsın mı, açılmasın mı?” tartışırken;  bir okurumdan, elektronik posta iletisi aldım. Kentimizin ve ülkemizin içine düştüğü kaosu o kadar güzel ifade etmiş ki; bu iletiyi, sizlerle paylaşmak istedim.
***
Kaos, antik Yunanca bir sözcüktür ve evren yaratılmadan önceki belirsizliği anlatmak için kullanılır.
Kaos halindeki evren henüz bir düzene oturmamış, enerjisi, toprağı, gazı birbirine karışmış, geleceği belirsiz bir durumdadır. Ancak geçen zaman içinde taşlar yerli yerine oturacak,  gezegenler, yıldızlar, galaksiler ve canlılar oluşacak ve evren belirli bir düzenle gidişini sürdürecektir.
Kaos kavramını ülke ve kentimizdeki genel duruma uygularsak başlı başına bir belirsizlik, düzensizlik ve keyfilik içinde sürüklenildiği görülecektir.
 AKP hükümeti ve belediyeleri gün geçmiyor ki, kaotik bir uygulamaya imza atmıyor olsunlar…
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, aklına eser cumhurbaşkanını halk seçsin der, aklına eser başkanlık sistemi uydurur, aklına eser Suriye’ye savaş açmaya kalkar, aklına eser Taksim meydanını yeraltına alma projesi geliştirir.
Yerel yönetimler bazında bakacak olursak, Başbakan Recep bey kafasını kentimizde de görmek mümkündür.
Kenti güzelleştireceğim derken vatandaşa eziyet haline gelen ve bitmek bilmeyen Cumhuriyet ve Acısu Parkı düzenlemeleri, fiyasko ile sonuçlanan Paşa’daki üç yol rezaleti,  en babayiğit çevreci geçinen sözde babacan bir Büyükşehir Belediye Başkanının Maşukiye’yi yok edecek bir taş ocağı projesine imza atması…
Bu ulusal ve yerel kaotik durumlara, daha pek çok örnek verilebilir…
Ülkemiz, yıkılan ve dağılan Osmanlı’nın küllerinden demokratik, hukuk ve laik bir düzene geçişte hayli yol almıştı.
Yıkılmış Osmanlı kaosundan, aydınlık bir cumhuriyetin ışıklarına…
 Bu çağdaşlığı ve ilerleyen cumhuriyet düzenini tekrar Osmanlı son dönem kaosuna geri döndürmek isteyenler, oturdukları koltuklarda her gün yeni kaotik açılımlar yapıyorlar…
Ne Kürt açılımlarından fayda geldi ne Ermeni, ne de Alevi açılımından…
 Ne kentsel dönüşüm işe yaradı, ne de sağlıkta dönüşüm…
 Avrupa sömürgeciliği ve emperyalizmini, Mehmetçiğiyle, kadını, ninesiyle ülkesinden kovan ve kaosu düzene dönüştüren Türk Ulusu, günümüzdeki bu kaosu da atlatacak ve Atası’nın çizdiği ışıklı yolda ilerlemeye devam edecektir.
 Bugün, ün, popülerlik, makam ve servet içinde yüzenler o an geldiğinde tarihin anılmayanları çöp kutusunda ebediyete kadar yerlerini almış olacaklardır.

*Posta Gazetesi Doğu Marmara Eki, Gebze Haber Gazetesi 

Maşukiye'ye kıymayın efendiler!

Geçen hafta yerel gündeme damgasını vuran konu:
Hızlı tren projesi için, İlimiz Kartepe İlçesi Maşukiye Beldesi civarında (Yanıkköy),
TCDD DemiryollarıGenel Müdürlüğü tarafından yapılması planlanan “Kireçtaşı ocağı ve kırma-eleme tesisi” projesi idi.
Proje ile ilgili ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) toplantısıgeçtiğimiz ay yapılmış ve yörede yaşayan halk tarafından tepkiyle karşılanmıştı.
Köy sakinleri bu projeye karşıçıkarak, ÇED toplantısını yaptırmayınca, sanki tesis kurulmayacakmış gibi sevinip, mutlu olmuşlardı. Birçok duyarlı çevreci ile birlikte o gün, bende bu sevince ortak olmuştum.

 ***
 
Yörede yaşayan halk kesinlikle taşocağı istemediklerini ifade etmişlerdi ama yine de içimde bir korku vardı.
Çünkü daha önce katıldığım ÇED toplantılarında da, halk çevreye ve kendilerine zarar vereceğini düşündükleri tesislerin yapılmasına karşı çıkmış, tesisi istemediklerini söylemiş, ÇED toplantısı raporu olumsuz çıkmıştı. Ancak buna rağmen, bakanlıktan tesislerin kurulması ile ilgili olur raporu çıkmıştı.
İçimde ki korkuyu bastırmaya, “Yok artık, yemyeşil cennet gibi beldemize, bu kötülüğü yapamazlar” diye düşünmeye çalışırken, kötü haber geldi.
İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nin ve Tarım İl Müdürlüğü’nün olumsuz raporlarına rağmen;
İçme suyu havzalarında koruma alanları yönetmeliğine rağmen;
Bilim adamlarının burada yapılacak olan taş ocağının, ekosisteme zarar vereceğini söylemesine rağmen;
Maşukiye’de yaşayan ya da yaşamayan herkesin karşı çıkmasına rağmen;
Kenti yönetsin diye yetki verilen, en üst makamda ki kişilerin, olumlu görüş bildirdiğini öğrendik!
Bu yetkililerin, Kocaeli halkının çıkarlarını korumak yerine, müteahhit firmanın çıkarlarını korumasını algılamak çok zor.
Koskoca Büyükşehir Belediye Başkanı’nın bu duruma karşıçıkanlara, ne anlama geldiği hala tartışılan, anlaşılamayan “ Tatlı su yosması” teriminin TDK (Türk Dil Kurumu)’ya eklenmesini öneriyorum.
İleride Maşukiye’nin ciğerlerinin ortasında bir ülser yarasıgibi görünen çıplak görüntüyü merak eden çocuklar, kenti yöneten Belediye Başkanının tarihe mal olmuş bu ilginç sözünü duysunlar, bilsinler.
***
Kimse prestij proje, mili proje hızlı trene karşı değil. Hatta geç bile kalındı.
Karayolu taşımacılığı yerine, demiryolu taşımacılığı çok daha önemli ve anlamlı…
Sadece projeyi yapacak olan kişi daha çok para kazansın diye, doğanın katledilmesine karşı.
Zira bu taş bulunmaz Hint kumaşı değil, en fazla 100 km. uzaklıkta daha önceden açılan taş ocaklarından da biraz fazla nakliye ücreti verilerek getirtilebilir
Maşukiye’ye kıymayın efendiler!