Blog Arşivi

GEZİ YAZILARIM

Hoşgeldiniz





Translate

Ev alma komşu al!

“Ev alma komşu al” demiş ya Atalarımız, ne kadar da doğru söylemiş.
Ne yazık ki artık o eski komşuluklar kalmadı şehirlerde;
Hatta belki de köylerde de…
(Evine gelen misafirleri ağırlamak için, saçını süpürge eden, kendini başkalarının hizmetine adamış tanıdıklarımızdan özür diliyorum. Onların yeri ayrı ama istisnalar kaideyi bozmuyor)
***
Ne yazık ki, komşuluk ilişkilerimiz, her geçen gün azalıyor...
Mesela bir apartmana taşınıyorsunuz, 5 yıl oturduktan sonra oradan ayrılıyorsunuz;
Değil mahalledekiler, aynı katta ki komşularınız bile fark etmiyor, mahalle muhtarından başka…
Ya da yeni taşındığınız evin kapısı çalınıyor, açıyorsunuz.
O eskiden olan, börekli, kekli  “hoş geldiniz, bir ihtiyacınız var mı?” ritüelleri yerine,
 “Komşunuz şikayet etti, gürültü yapıyormuşsunuz. Tutanak tutacağız” diyen zabıta memuru ile karşılaşıyorsunuz!
Tadilat için izin almışsınız, kurallara uyuyorsunuz ama tahammülü yok insanların size
 Gerçi sizin kadar duyarlı davranmayan, gece yarısına kadar gürültü yapan muktedirlere, sesini çıkartmadıkları için dudağınızı ısırıyor, susuyorsunuz(!)
***
Asansöre birlikte bindiğin kişinin ekşi suratını görünce;  
hasbelkader yurt dışına gittiğinizde hiç bilmediğiniz, bilseniz bile hiç tasvip etmeyeceğiniz bir din ya da mezhepte ki insanın, sizi tanımadığı halde güler yüzle“merhaba”  demesi aklınıza geliyor.
Sonra maaşını verenlerden biri olduğunuz halde size saygısızlık, ukalalık yapan apartman görevlisi…
“Ya sabır” diyorsunuz.
 ***
Sahi ne oldu, o eski komşuluk ilişkilerine?
Yoksa bir şarkı da dendiği gibi “O komşuluklar(sevgiler) ki yoktular, onlar sadece ümitlerimiz miydi?”
Nüfusun hızla artması;
Örf ve adetlerimizin, hızla unutulması;
Kıskançlıklar, hırslar, çekememezlik miydi?

Birbirimize olan ilgisizliğimiz, duyarsızlığımız…
***
Her ne olursa olsun…
Bir çivi çaktığınız da sizi şikayet eden komşularınıza kızmayın, hatta minnettar olun.
Zira hepimiz, bayram tatiline giderken, iki aylık bebeğini emanet edecek komşusu ya da arkadaşı olmadığı için evde bırakan öğretmen annenin dramını öğrendik...
En ünlü mimar ve mühendislerin yaptığı evlerde bile, sifon çekildiğinde diğer dairelerden duyulduğunu biliyoruz. Sesimizi biraz yükselttiğimizde de!
Eğer öğretmen hanım, bayram tatiline gitmeden önce, bebeğinin canına kıymadı ise, açlıktan ağlayan bebek sesini duymayan apartman sakinlerine, pes diyorum!



Doğa affetmez!

Son on yıldır, birçok bilim adamı, dünyanın üçte birinin çölleşme alarmı verdiğini anlatıyor; tabiri caizse, bas bas bağırıyor. 
Çölleşme deyince; güzel ülkemin güzel insanları,  bunu bizim ülkemiz üzerine alınmıyor diye düşünüyorum.
Çünkü kimsenin aklına,  dünya denen devasa kürede, o kadar çok çöl varken;
 Üç tarafı denizlerle çevrili, akarsuları, gölleri gani gani olan, güzel ülkemiz gelmiyor.
Ancak bilimsel verilere göre, önümüzde ki 25 yıl içinde, çölleşecek olan ülkelerden biri de, ne yazık ki bizim cennet ülkemiz!
Bunu defalarca yazdım ve yazmaya da devam edeceğim.
Çünkü ülkemi yöneten zat-ı muhteremlerin, rant uğruna mı, cahil cesaretinden mi kaynaklanan, anlam veremediğim ve son yıllarda daha da artan, bir ağaç kesme sevdası var.
***
 AVM mi yapılacak? Ağaçları kesmeliyiz
Köprü mü yapılacak?  Ağaçları kesmeliyiz.
Yol mu yapılacak? Ağaçları kesmeliyiz.
TOKİ den hiç bahsetmeyeceğim!
***
Son günlerin hassas mevzusu, ODTÜ’den geçirilecek yol…
Bu yol için, ODTÜ’nün tespitine göre;
 292 çam,
133 dişbudak,
916 ahlat,
293 badem,
58 kavak,
696 diğer yapraklılar olmak üzere,
2 bin 388 ağaç kesilmiş…
Tepkilerden korkulduğu için, birçoğu da bayram tatilinde, kimse yokken gizlice!
60’lı yıllar da;
Kadın-erkek, çoluk- çocuk, genç- ihtiyar, seferber olmuş;
Ellerine aldıkları kazma kürekle, yüreklerinde ki heyecanla, dikmiş bu fidanları…
Neden?
Zamanla Başkent’e akciğer olacak bu ağaçları, siz sökesiniz diye mi?
***
Bütün dünyadaki başkentler, devasa ormanları ve parkları ile anılırken,
Ülkemizin yeşile en çok ihtiyacı olduğu bir dönemde,
Başbakan çıktı, partisinin grup toplantısında, önemli(!) bir mesaj verdi:
Yol medeniyettir. Yol uğruna her şey feda edilir. Bizim değerlerimiz de yol, engel tanımaz.(Değerleri neyse?) Yol yaparken, önümüze camii bile çıksa yıkarız. Karşı çıkanlar eşkıyadır” dedi.
Oysa biz, medeni ülkelerde ki yolların, yüzyıl önce inşa edilmiş olduğunu biliyoruz.
Ve yine bu ülkelerde, yeni bir yol ihtiyacı doğmuşsa, binlerce ağacı kesmek yerine, yolun ağaçlar üzerinden viyadüklerle geçirildiğini.
Ya da çorak bir arazide bile, dümdüz giden yolun karşısına çıkan, tek bir ağaç için yolun güzergâhının değiştirildiğini...
***
Öyle 300 bin sökeriz, 3 milyon dikeriz demekle olmaz!
Doğa affetmez, zamanı gelince mutlaka öcünü alır, sayın başbakan!













İzmit’in bisiklet yolları (2)

Dün yazdığım köşe yazımda, KYÖD (Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği)’ de,
İzmit Belediye Başkanı ile karşılaştığımı ve övündüğü İzmit’te ki bisiklet yolları ile ilgili düşüncelerimi, ayaküstü paylaştığımdan bahsetmiştim.

***
Çevreye ve insan sağlığına duyarlı biri olarak, bisiklet yollarına karşı değilim elbette.
Dünyanın en büyük tehditlerinden olan küresel ısınmayı ve trafik sorununu bir nebze olsun engelleyecek, en ucuz yöntemlerden birinin, bisiklet olduğunu da biliyorum.
Bisiklet kullanırken, çevremizi, cebimizi ve aynı zamanda spor yapıyor olduğumuz için sağlığımızı koruyor olduğumuzu da…
***
Bilişim çağındayız ya, hemen öğreniyoruz; internetten, sosyal medyadan.
Bazı Avrupa ülkelerinin belediye başkanları ya da milletvekilleri işlerine bisikletle gidip geliyormuş...
Tabii öğrenince hemen, acaba “Liste de bizim belediye başkanının ismi var mı?” diye merak ediyoruz.
Öyle ya, kentimizin allak bullak olmuş ve her geçen gün daha kötüye giden trafiğini ve park sorununu,  seçildiği günden beri çözememiş olan belediye başkanının, 
çözümü hala bisiklet yollarında arıyor olması ve bunu kendisi gibi her üyesinin yüksek öğrenim görmüş bir dernekte anlatmaya çalışması, onun % 100 bisiklet kullanıcısı olmasını gerektiriyor zira…
“Eğer % 100 kullanıcı değilse sözleri abesle iştigal mi yoksa işletme körlüğü müdür?
Ya da geçtiğimiz yerel seçimler öncesi verilen; monoray, sekaray, teleferik vs. gibi vaatlerin unutturulmaya çalışılması mıdır?” diye düşündürüyor insana açıkçası.
***
Öyle ya da böyle…
Benim gibi her sabah işe arabayla ya da toplu taşıma aracıyla gidip gelirken, yolda yaşadığı bin bir çeşit sorunların bilinci içinde olan her yurttaş,
Büyük ihtimalle,
İzmit Belediye Başkanı Nevzat Doğan’ın, göreve geldiği günlerde yaptığı basın açıklamasında söylediği;
 ‘‘Belediye Başkanları, hedefleri zorlayan, yeni ufuklar açan, kentin 50 yıl sonrası için sesli düşünen (vizyoner), fikir beyan eden kişilerdir. İzmit’i dünyaca tanınan hak ettiği cazibe merkezi haline getirecek - çehresini değiştirecek- bir kent olması için önemli adımlar atıyoruz” dediğini anımsıyor ve başını aşağı yukarı sallayıp;
“Evet, haklısın başkan. Hak ettiğimiz yere geldik!” diyordur.






İzmit’in bisiklet yolları (1)


Geçen akşam KYÖD (Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği)’ün yeni dönem açılışı vardı.
Çağdaş duruşu, laik çizgisi, hümanist bakışı ile  “Kentin Senatosu” olarak kabul edilen KYÖD’ ün,  açılış kokteylinden ayrılırken;
 Çıkış kapısında kendini yolcu eden gruba, hararetli bir şekilde bisiklet yolarını anlatmaya çalışan;
“İzmit’in bisiklet yollarının mimarı olmakla” övünen mevcut İzmit Belediye Başkanı ile karşılaşınca, dayanamadım…
Ve uzun zamandır aklımda olan, yazmak isteyipte bir türlü fırsat bulamadığım düşüncelerimi anlatmaya çalıştım ayaküstü.
***
Dayanamadım dedim ya,  en sevdiğim ve aynı zamanda en sevmediğim bir huyum var benim!
İnsan gibi insan olan herkes gibi ben de, ne yazık ki, haksızlığa tahammül edemiyorum.
Bildiğim, İnandığım evrensel doğrular neyse, o konu da, karşımdaki kim olursa olsun-ister cihan padişahı, isterse kainatın en önemli kişisi- düşüncemi söylüyorum, söyleyebiliyorum.
İşin ilginci 2009 Ekimi’nde yine bir KYÖD dönem açılışında,
Bu konuyu zaten yazmıştım yani dört yıl önce bugünlerde...
***
Tarih tekerrürden ibaret derler ya;
O dönemde yani geçtiğimiz yerel seçimlerde seçilen, İzmit Belediye Başkanının önemli bir projesi, vizyoner bir düşüncesi varmış.
Köşe yazım da diyorum ki;
“Ben henüz görmedim ama pazartesi günü KYÖD (Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği)’ün sezon açılışında dostlarla sohbet ederken;

Yahya Kaptan’daki yürüyüş yolunun ortadan mavi bir çizgi ile çizilip, bisiklet yolu yapıldığını öğrendim...

Tartışılan konu şuydu:

Avrupa’da bisiklet yolları böyle miydi?
Elbette çoğu Avrupa ülkesinde bisikletler normal trafikte seyrediyor ama bisiklet sürücülerine tıpkı bir motorlu taşıtmış gibi muamele yapılıyor.  

Ancak yaklaşık beş yıl önce Avrupa Birliği ülkeleri arasına giren Macaristan’da bisiklet yolları yaya kaldırımları ile yan yana planlanmış, birbirinden sarı çizgi ile ayrılmış yani mevcut olan yaya yolları ortadan çizgi ile bölünerek değil, daha önceden planlanarak oluşturulmuş. Yayalar ise bisiklet yolundan yürümüyor çünkü çok uzun yıllar önce bisiklet yolları düşünüldüğü için, halkın bisiklet yolu ile ilgili kültürü de mevcut. (Kültür ile ne kast ediyorum birazdan bahsedeceğim)” diyorum…

***

Dört yılda Dünya da neler değişti, neler?

Teknolojik, ekonomik anlamdaki gelişmeleri, savaşları bir kenara bırakalım;
O günden bu yana birilerinin tabiri ile dağda koyun otlatan çoban bile artık sosyal medyada, paylaşım yapıyor.
Koyun güderken de, beğeniler yapıp, oyun oynayabiliyor.
Bu o kadar tuhaf değil de;
Yıllardır, bisiklet yolları ile ilgili yurtiçi olsun, yurtdışı olsun birçok inceleme araştırma gezisine katılan İzmit Belediye Başkanı, yurt dışına eğitim için giden kızının bisiklet yolları ile ilgili düşüncelerinden de, övgüyle bahsettikten sonra; 
Neden, KYÖD’ün sezon açılışı finalinde, danışmanlarının eşliğinde, yürüme mesafesindeki yolu, bisiklet ile değil de makam arabasıyla gittiğini, merak ettik açıkçası!


RÖPORTAJ

Konuğumuz; Banu Kayalıer 

Gurbette başaran kadınlarımız
Bu sayfada, ayda bir, yurt dışında yaşayan, başarmış kadınlarımızla yaptığımız söyleşileri paylaşıyoruz, siz değerli okurlarımızla...
Kimi, ailesinin yıllar önce daha iyi ekonomik şartlar için gittiği ülkede okuyup, iş sahibi olmuş, o nedenle kalmış gurbet ellerde, kimi eş durumundan… Kimi üniversite ya da yüksek lisan için gitmiş, kimi daha iyi yaşam koşullarına sahip olmak için. Belki bazıları, sırf macera olsun diye… Geri dönmemiş, bir yaşam kurmuşlar kendilerine ama anayurtları ile de bağlantıyı kesmemişler. Kadınlarımızın anayurdundan binlerce kilometre uzakta, kendi ayaklarının üzerinde nasıl durduklarını, neler yaşadıklarını öğreniyoruz.
Bu ay ki konuğumuz;
Üniversite yıllarında staj yapmak için Amerika’ya gitmiş ve orada başarılı bir hayat kurduğu halde, tekrar ülkemize geri dönmüş, kıpır kıpır, yerinde duramayan spor eğitmeni ve Personal Trainer (Kişisel Eğitmen) Banu Kayalıer…
Neden Amerika’ya gitmiş, neden geri dönmüş? Fit bir vücuda sahip olmak için, neler yapmalı. Enine boyuna konuştuk.
ü  Sevgili Banu, bize kendinizi tanıtır mısın?
Ankara doğumluyum ama 5 yaşında Antalya'ya yerleştik. İlk-orta lise Hepsini Antalya kolejinde okudum. Antalya'da büyüdüm,  Ankara'yı fazla tanımam. Tamamen Antalyalı hissediyorum kendimi.
Turizm ve Otelcilik Okulu’nu bitirdikten sonra, stajım için Atlanta'da bir Resort Hotele girdim ama stajımın sonuna doğru spor aşkım (geçmişte Ankara'da spor hocalığı yaptığım için) rahat bırakmadı beni ve otel çalışanlarına fitness dersi vermeye başladım. Daha sonra ardarda iki doğumum oldu ve küçük kızım 1,5 yaşına gelene kadar fitness sahnesinden uzak kaldım. 2004 yılında ilk sertifika eğitimimi aldım. Onu diğerleri izledi... Haftada her günümü salonun isteğiyle doldurmaya başladım. Önce derste, aksanımdan anlamazlar diye çekindim. Fakat işimi severek yaptığımdan, derslerim zevkli geçtiğinden, tüm üyelerimle birebir ilgilendiğimden olacak ki iki sene üst üste yılın hocası seçildim. Üyelerimle üyelikten ziyade arkadaşça ilişkilerim oldu. Vedam çok zor oldu Amerika'ya... Bol ağlamalı, onların deyimiyle "kleenex'li" bir veda günü düzenledi çalıştığım spor salonu…
Ve yaklaşık 13 senelik bir Amerika yaşantım, 10 senelik yurtdışı fitness eğitmenliği tecrübemle Türkiye'ye yerleştim. Buraya yerleşmeden önce endişelerim vardı. Oradaki üyelerim kadar buradakiler de beni sevecek mi diye... Bir sene geçirdikten sonra anladım ki endişem yersiz. Şu an 4 salonda grup fitness dersi veriyorum ve her grubumu ayrı ayrı çok seviyorum. Onların da beni sevdiğini görmek daha çok motive ediyor beni. Hep onların istekleri doğrultusunda şarkı koymaya çalışıyorum. Koreografileri kendim çıkardığım için onlar hangi şarkıyı isterse getirip dersimin zirve şarkısı yapıyorum. Derslerim kardiyo yoğunluklu, o yüzden kısa zamanda sonuç da alıyoruz ve biz bundan çok memnunuz.
ü  Neden Amerika?
Staj orada çekici geldi. Sonra kızlar olunca kalalım dedik. Orada doğdular büyüdüler. Türkiye'ye de çok güzel adapte oldular.
Anadilleri İngilizceydi orada okula başladıkları için ama biz onlarla hep Türkçe konuştuk. O yüzden buraya yerleşince zorluk çekmediler. Buraya yerleştik 13 seneden sonra çünkü orada büyümelerinden çok daha iyi burada bizim kültürümüzle büyümeleri diye düşündüm. Eşimin muhalefetine rağmen geldik. Orada belli bir sistemin içinde büyüyor, teyze hala amca dayı komşu gibi faktörleri göz ardı ediyor insan, otomatik olarak. Sadece telefonla olmuyor işte... O yüzden burada yaşamayı seçmekle ne kadar iyi bir karar aldığımı anladım hem biz hem çocuklar için. Tabii oradaki üyelerimi ve arkadaşlarımı çok özlüyorum. Ama çok mutluyum bu kararı verip Türkiye'ye döndüğümüze…

ü  Spor hocalığım beni bırakmadı dedin. Spor eğitimini öğrenciyken mi almıştın? Sertifika vs. var mıydı?
Hayır, bir yaz kursu programıyla aldım sertifikamı Ankara'da. Karizma jimnastikte, free style, step dersi verdim ama Amerika'da sistemli les mills, bts ve zumba eğitimleriyle, sertifikalanıp derslerimi verdim.
Ancak hep şunu söylerim, isterseniz sertifikanızı en güzel okuldan alın, en janjanlı sertifikanız olsun, gene de en son sözü hep üye söyler. Çünkü eğitim tek başına yeterli değil. Derse girip orta yaş üstü kadınların çoğunlukta olduğunu görüp, bir Fatih Ürek'ten oryantal koymayı veya tamamen öğrenci grubu ile salon doluysa nickelback veya pitbull koymayı düşünmek hocanın içinden gelecek. Hoca kendi koreografisini kendisi yapacak. Başkalarından aldıkça ilerde tıkanır, bu da üyeyi sıkar.
En son sözü hep üye söyler, ya dersleriniz tıklım tıklım doludur, ya da insanları salonda zorla toplarsınız.
ü  Her kadının hayali, incecik olmak ya da en azından fit görünmektir. Bildiğim kadarıyla Amerikalı kadın ve erkekler genelde çok kilolular, tabir-i caizse ‘x-large’ lar... Bunun beslenme alışkanlığı yani  fast food tabir edilen tarzda beslenmeyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Amerika’ da ki yiyecek ve içeceklerin boyutlarının da x-large olmasının da…
Bu konuda ne diyorsun?
Kesinlikle içtikleri içecekler büyük bir faktördür. Ben Georgia'da yaşadım bu sistemin en cok olduğu eyaletlerden birisi. Herkesin arabasında x-large sweet tea vardır ve değişmez o, orada sabit durur. Benim kendi düşüncem, insanların kilo problemiyle karsılaşmalarının ilk nedeni Çin yemekleri yapan lokantaların 4.99$ gibi fiyatlarla açık büfe yapmaları, kızarmış Çin pilavında sanırım 4000 kalori kadar mevcut. İkinci faktör çok kızarmış ve hazır gıda tüketiliyor, processed food çok tüketiliyor, işlenmis gıda yani… Üçüncü faktör drive thru faktörü... Arabadan inmeden hallediyorlar çoğu alışverislerini gün içinde. Bu arabadan inememeleri topladığınız zaman ciddi bir hareketsizlik ortaya çıkıyor.Dördüncü faktör çok fazla sıvı gıda tüketmeleri. Şekerli veya şekersiz önemli değil, önemli olan midelerini büyütmeleri.
Ama Amerika'da bir spor salonuna gelen, sağlıklı beslenen bunu yaşam felsefesi yapmış çok bilinçli bir grup da var. Özellikle orta yaş ve üstü.

ü  Çok sıvı tüketmek mideyi büyütüyor dedin. Diyetisyenler günde 2 litre su içmemiz gerektiğini söylüyor. Çay, bitki çayı, kahve, soda, ayran vb gibi günlük sıvı tüketimi de buna eklenince durum vahim gibi gözüküyor. Günlük ne kadar sıvı tüketmeli? Çok sıvı tüketip az yense yine kilo alınır mı?
Yok, onlar su içmiyor yani suyu bile içine toz tatlandırıcı kullanarak içen var. Kana kana su içemeyen insanlar var çünkü küçüklüklerinden beri asitli içeceklere alışmışlar. Normal su tabii çok faydalı ben de çok içerim. Derslerimde çok sıvı kaybediyorum çünkü çok yoğun kardio derslerim var.
Aslında ben diyetisyenler kadar önerilerde bulunamam, bulunsam kendime bir faydam olurdu. Her sabah, öğlen akşam yemekleri sonrası nutella kaşıklarım mesela. Çantamda nutella taşırım, ekmeksiz doyamam, meyve sebze yemediğim günlerde olur. Biliyorum çok düzensiz besleniyorum. Yapmamam lazım yapılması gereken düzenli beslenmedir. En önemlisi mevsiminde sebze meyve yemek, öğün atlamamak su içmek ve spor yapmak.

ü  Bildiğim kadarıyla kilo almamak ya da fit gözükmek için yediğinden fazlasını yakacak kadar hareketli olmak gerekiyor. Gerçi bazı bünyeler hızlı, bazıları yavaş çalışıyor. Mesela hipertiroidi ya da hipotiroidisi olanlar da olduğu gibi. Spora başlamadan önce, hormon testi de istiyor musunuz?

Ben istemiyorum çünkü salonlarda bağımsız çalıştığım için her spor salonunun kendi sistemi var. Ben aynı zamanda serbest personel trainer'ım . Personel traininglerimde de aile geçmişi kalp sağlığı ile ilgili bir kaç soru soruyorum ilk derste o kadar ve kişinin ihtiyacına göre bireysel spor yaptırıyorum nerede problemi varsa.
Evet tiroid önemli bir sorun mutlaka doktor kontrolünde izlenmesi gerekir.
ü  Zayıflamak isteyen kadınlara neler önerirsin? İstikrar şartta, diğer tavsiyelerin neler?
Zayıflamak isteyen kadınlar önce sabırlı olacak. Tek şey öneririm mucize beklemeyecek. Hiç bir metabolizma 14 günden evvel tepki vermez. Bir hafta diyet spor yapıp hiç bir sonuç göremeyip vazgeçerse işte bu olmaz. Ayda 2 veya 3 kilo vermek en sağlıklısı. Kesinlikle ek toz, hap, sıvı, gibi kimyasalları denemesinler sağlıklı beslenmek ve düzenli sporla elde edilemeyecek sonuç yoktur.
ü  Peki, zayıfladıktan sora ya da forma girdikten sonra diyelim, nelere dikkat etmek gerek genelde yasam tarzı ve alışkanlık olmadığı için en önce spor bırakılıyor.
Evet, aslında işte yapılmaması gereken bu sporu zayıflamak için değil, bir yaşam biçimi olarak görmek lazım. Zayıflatmaktan ötesini yapıyor çünkü kardio da damarlar genişliyor kalp sağlığı için haftada 3 gün kardio şart. Ağırlık egzersizleri de ilerde kemik erimesini bile yavaşlatıyor. Kesinlikle sporun bırakılmaması lazım…
Hem sosyalleşmek için de çok faydalı. Benim tüm üyelerim yeni dostlukların tadını çıkarıyor.
ü  Türk kadınları ile Amerikalı kadınları kıyaslamak gerekirse; uyum, çalışma azmi, süreklilik vb. konusunda, ne dersin?
Benim yaşadığım Georgia eyaleti güney eyaleti olduğu için orada insanlar nasıl desem kendilerine daha az dikkat ediyorlar. New York gibi kozmopolit şehirlerde işkadınları gayet şık vücuduna ve giyimine özen gösterirken, benim geldiğim eyalette Şubat ayında gri eşofman altı, üstüne çamaşır suyuyla lekelenmiş siyah bir atlet, parmak arası terlikli ve kendisine sağlık sorunları yaşatacak derecede kilolu yüzlerce kadın görebilirsiniz. Çalışma azmi de sektörel olarak farklılıklar gösteriyor tabii. Bizim sektörde grup fitness hocalarımız hep kadındır, Amerika'da. Burada ben yeni yeni alışıyorum erkek hocaya. Orda kadınlar iş hayatında azimli, duyarlılar da...
Burada daha o kadar uzun kalmadığım için bilmiyorum ama aynı sanırım.

ü  Spor için zamanı olmayanlara ne önerirsin yani evde egzersiz yapmak için basit önerilerin var mı? Mutlaka spor salonuna mı gitmek gerekir?

Tabii ki evde de yapılabilir. Bir kere kardiyo şart. Gün boyunca işyerlerinde, apartmanlarında, mutlaka merdiveni kullansınlar. Kalkarak yapabilecekleri bir işi oturarak yapmayı tercih etmesinler. Basit hareketler olarak da bellerini incitmeden bacak kalça basen hareketleri yapabilirler.
Karın ve bacak için benim favori hareketim yere yatıp bir bacağı kaldırıp 8 rakamını çizmektir. 50 defa yaptıktan sonra diğer bacağa geçip aynı hareketi yapabilirler. Bu hem bacak kaslarını, hem kalçayı hem de aktif olacağı için karın kas grubunun alt tarafını çalıştırır.
ü  Kardiyo yapmak için yaş sınırı var mı? Belli bir yaştan sonra sadece yürümek yeterli mi?
Belli bir yaştan sonra sadece yürümek yeter tabi ama vücut, spora alışıksa devam ettirmelerinde fayda var. En iyisi kolları da hareket ettirerek hızlı tempoda yürümek... Benim tavsiyem bir alışveriş merkezine gidip yürümeleri hem sıcak soğuk derdi olmaz hava bunaltmaz. Hem de risksiz, düz yol girinti çıkıntı yok. Özelikle ileri yaşlardakiler ayak burkulmaları veya dize fazla yüklenmeden kaçınmalı, o yüzden en iyi yer AVM'ler.
ü  Üyelerin en çok hangi soruları soruyor?
Aslında son yıllarda protein tozlarıyla ilgili sorular çok geliyor. Kullanmadığım ve proteinimi bizzat kebabın kendisinden aldığım için tozlar hakkında bir şey bilmiyorum. Zaten hepsine de karşıyım. Üyeler tabii öğrenmek ve en iyi sonuca daha çabuk ulaşmak için bize her ders çıkışı girişi sorular yöneltir. Biz zaten onun için ordayız. Ben her gün en az yarım saat erken giderim, onlarla konuşmak için. Tüm soruları da cevaplamaya çalışırım ama beni benden alan öyle bir soru var ki, o da 'hocam step bacak kası yapar mı' sorusudur ki yerini hiç bir şey tutamaz. Hiç bir kardio sporu bacak kası yapmaz. Gerçi bacak kasından ne anlaşılıyor o da ayrı. Mesela fotoğraflarda gördüğümüz erkek body'cilerin kasları gibi tabii olmaz. Olsa günde 3 ders veriyoruz, bizde olurdu.
ü  Sevgili Banu, verdiğin bilgiler için çok teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim. Bu konuda başka soru sormak isteyen olursa,

adresinden bana ulaşabilirler. 

Yerel seçimler, adaylar ve sorular



Yıllar önce, Martin Luther King, ‘‘Eğer bir kimsenin işi sokakları süpürmekse, o kimsenin sokak süpürüşü, Michelangelo’nun resim yapışı, Beethoven’ın senfoni besteleyişi veya Shakespear’in şiir yazışı gibi olmalıdır. O sokakları o kadar iyi süpürmelidir ki, cennetin ve dünyanın sakinleri bir an durup şu sözü söyleyebilmelidir: Buradan büyük bir sokak süpürücüsü geçti ve işini çok iyi yaptı’’ demiştir.

***
Ne yazık ki, çoğu yöneticiye ya da çalışana baktığımızda işlerini ya da görevlerini Martin Luther King’in tarif ettiği gibi yapmadığını görüyoruz.
Mükemmeliyetçi yapıdaki kişilerin hakkını yememek lazım ama maalesef azınlıkta oldukları bir gerçek!
Eğer azınlıkta olmasalardı, yaşadığımız dünya, yaşadığımız ülke, çevre vs. güllük gülistanlık olurdu öyle değil mi?

***
Hiçbir iş önemsiz ve sıradan değildir.
Yapılan iş veya meslek ne olursa olsun amaç mükemmellik ve kalite olmalı, işi yapan kişi elinden geleni değil, ne gerekiyorsa onu yapmalıdır. Böylece hangi iş olursa olsun, önemi ve saygınlığı ortaya çıkar ve kişi takdir edilir.
Ancak, aklımın ermediği, bir türlü anlayamadığım bir konu var.
Çoğunlukla, seçim öncesi, sivil toplum kuruluşları, meslek odaları ve siyasi partilerin yönetimine girebilmek için kıyasıya mücadele edilir.
Yoğun kulisler, entrikalar, dedikodular yapılır...
Seçim sonrası ise yönetime giren kişiler, hizmet döneminde, bırakın proje üretmeyi, rutin toplantılara bile katılmazlar…
Peki, o zaman neden o makama seçilebilmek için bir sürü gürültü-patırtı çıkartıp, kırgınlıklar yaratmış, neden bir sürü kalp kırmışlardır?
Halbuki makamlar ya da koltuklar, başarıyı belirlemez ama başarılar kesinlikle makamları belirler...

***
Yerel seçimlere 6 ay gibi bir zaman kaldı.
Göz açıp kapayana kadar geçecek kısacık bir süre...
Hemen her gün basında, siyasi partilerin aday adaylarının isimleri telaffuz ediliyor. “Dürüst olmak, çalışkan olmak, ahlaklı olmak” zaten olmazsa olmazlardan ancak yönetimlere talip olan kişilerden de seçmenin bir beklentisi olduğu gerçeği var.
Bilgi ötesi toplumu yaşadığımız bu dönemde, artık seçmen sadece partiye oy vermiyor ve aday adaylarından kendilerine şu soruları sormalarını istiyor:
·         Şu anda yaptığım işi- mesleği sıradan biri gibi mi yoksa herkesten daha iyi mi yapıyorum?
  • Çalışma arkadaşlarımın yükünü hafifletiyor muyum, yoksa daha da ağırlaştırıyor muyum?
  • İyi bir eş, iyi bir ebeveyn, iyi bir arkadaş mıyım?
  • Davranışlarımla, yaşam tarzımla örnek alınacak biri miyim?
  •  İletişim halinde olduğum kişileri olumlu mu, olumsuz mu etkiliyorum?
  • Rekabet ettiğim kişiler, kurumun içinde mi dışında mı?
  • Yeni proje ve hizmetler üretmek için hazır ve heyecanlı mıyım?
  • Öğrenmeye açık mıyım?
  • Alçakgönüllü müyüm?
  • Kendimi kişisel veya mesleki anlamda geliştirmek için en son ne zaman, hangi konu da eğitim aldım?
  • Vizyoner miyim?
  • Sonuca ve çözüme odaklı mı çalışıyorum? Yoksa her gün aynı kişilerle oturup, aynı konuları konuşup, havanda su mu dövüyorum?

***
Unutmayalım!

Konumlar ve makamlar insanları belirlemez, insanlar konumlar ve makamları belirler…

* 2008 yılında yazdığım köşe yazımdan alınmıştır.