Blog Arşivi

GEZİ YAZILARIM

Hoşgeldiniz





Translate

Hormondan kaçarken, GDO’ya yakalanmak…

‘‘Ne yiyorsanız, O’sunuz’’diye Bir söz vardır ya; acaba biz neler yediğimizi biliyor muyuz?
Aslında son birkaç yıldır bu konu da oldukça bilinçlendik…

‘Sağlıklı olabilmek için neler yemeli ve içmeliyiz, yaşam tarzımız nasıl olmalı?’ konusunda hemen her gün yazılı ve görsel basında uzmanların hazırladığı programları ya da yazılarını takip ediyoruz.

Bitki ve hayvan üreticilerin daha fazla verim alabilmek için hormon ve kimyasal madde kullandığını öğrendik ve satın alırken dikkatli davranıyoruz.

Mevsimi gelmeden çıkan sebzeleri tüketmemeye hatta organik tarımla üretilenleri bulmaya, köylerde yetiştirilen hayvanların etlerini satın almaya çalışıyoruz…

Kentlerde yaşayan insanların çoğu bulduğu en küçük toprak parçasında hatta saksıda biber, domates yetiştirmeye çalışıyor, hobi bahçeleri kiralıyor…

Toprakla haşır neşir olmak, bitki yetiştirmek insanı rahatlatan bir uğraşı. Hele kendi elleriyle yetiştirdiği bir ürünü tadabilmek, gerçekten büyük mutluluk…

Ama ne yazık ki çocukluğumuzda yapraklarına dokunduğumuzda bile elimize sinen o mis kokulu, o nefis tatlı domatesler yok artık.

Bunun sebebinin ülkemizde ekimi yasak olmasına rağmen kullanılan kaçak GDO’lu tohumlar olduğunu düşünüyorum.

***

‘‘GDO (Genetiği değiştirilmiş organizma) nedir?’’ diye baktığımız da; bir canlının gen diziliminin değiştirilmesi ya da kendi doğasında bulunmayan başka bir karakter kazandırılması yolu ile elde edilen canlı organizmalara GDO deniyor.

GDO’lu ürünlerin üretilmesinin amacı hızla artan dünya nüfusunu açlıktan korumak gibi görünse de, bunun altında yatan çok farklı sebeplerin olduğu ve komplo teorilerinin üretildiğini görüyoruz.

Günümüzde domates, soya, mısır, buğday, patates, pirinç, ayçiçeği, pamuk, kanola, yerfıstığı, balkabağı ve bazı balık türlerinde genetik değişim gerçekleştirildiğini biliyoruz. Sıra da muz, çilek, kiraz, kavun, karpuz, ananas, ahududu ve biber var. Hatta yakın bir tarihte kırmızı domates bile göremeyeceğiz, zira mor olanı üretildi ve ne kadar doğru bilmiyorum ama kansere iyi geldiği söyleniyor…

***

Ülkemizin çok verimli toprakları olmasına rağmen, tüketimimizi karşılayabilmek için, genetiği ile oynanmış ürünleri en çok yetiştiren Amerika ve Arjantin’den soya ve mısır satın alıyoruz. Biz, ‘‘Aman hormonlu ürün kullanmayalım’’ diye uğraşıp, organik ürün ararken, GDO’lu ürünleri tükettiğimizin farkında bile değiliz. Mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta, glikoz şurubu kullanılarak üretilen çeşitli gıda maddelerini satın alıyoruz ve aldığımız gıda maddelerinin etiketlerinde GDO’lu olup olmadığı ile ilgili herhangi bir uyarı yazısı ya da bilgi yok.

Biz tüketiciler olarak ne yediğimizi, satın aldığımız ürünlerin GDO’lu olup olmadığını bilme hakkına sahibiz ama ne yazık ki bilerek ye da bilmeyerek 10 yıldır GDO’lu ürünleri yiyoruz.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi şimdi de Hükümetin hazırladığı genetiği değiştirilmiş ürünlerin yetiştirilmesinin ve ithalinin önünü açan ‘Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı’ kanunlaştırma çalışmaları yapılıyor. Kanun tasarısı’nın Bakanlar Kurulunda olduğu ve TBMM’ne sevk edilmek üzere imzaya açıldığı bilgisi basına yansıdı…

Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Başkanı ve birçok sivil toplum örgütü;

‘‘Bu yasa tasarısı tüketicinin ve çiftçinin yararına düzenlemeler getirmekten çok GDO üreticisi ve ithalatçısı üç-beş çokuluslu şirketin lehine hizmet etmektedir.’’ Diyor. GDO’lu ürünlerin insanlığın geleceği için büyük risk ve tehdit olduğunu söylüyor.

Bilim adamları bu ürünlerin, hastalık yapan bakterileri güçlendirerek, antibiyotik direnci oluşturduğunu, alerjiye yol açtığını, toksik (zehirli) etki yarattığını ve biyolojik çeşitliliği yok ettiğini, bilinçli tüketiciler olarak tüketmememiz gerektiğinin altını çiziyorlar...

‘‘10 yıl yedik, bize bir şey olmaz demeyelim’’ Gelecek nesillerimizi etkileyecek bu yasa tasarısını yakından takip edelim.

* 2 Temmuz 2009 Bizim Kocaeli Gazetesi haftalık köşe yazısı