Geçen hafta; görsel ve yazılı basında çıkan olumsuz haberlerden yorulduğumu, bu olumsuzluklardan kaçıp çok uzaklara gitmek istediğimi yazmıştım.
‘‘Canım bu hafta yazmak istemiyor’’diyerek ülkemizde cehaletten, öfkeden, kıskançlıktan para ve şöhret hırsından kaynaklanan olumsuz olaylara atıfta bulunmuştum…
Olumsuz duyguları yazıya dökmenin duygusal stresi azalttığı söylenir. Belki bunun da etkisiyle bütün olumsuzlukları yazıp, çok uzaklara gitmek, pozitif bir ortamda, pozitif enerji veren insanlarla birlikte olup, pozitif düşünmek istiyorum demiştim…
***
Dediğimi yaptım… Kısa da olsa eşimle birlikte biraz eğitim, biraz tatil amaçlı gerçekten uzaklara gittik. Nereye mi? Kuzey Afrika’nın batı kıyısından 100 kilometre uzaklıkta olan Tenerife’e…
Yani Atlas Okyanusu’nda İspanya’ya ait Kanarya takımadalarının en büyüğü olan Tenerife Adası’na…
Kısa bir zaman dilimi ve yoğun bir program nedeniyle adanın tamamını gezemedim ama gördüğüm kadarıyla anlatmak istiyorum…
***
Gitmeden önce biraz araştırma yapmıştım. Genel de yaz kış değişmeyen iklimi ile güneş ve doğaseverlerin rüyası olan cennet gibi bir adadan, çok verimli topraklar ve ormanlardan bahsediliyordu...
Meğerse o anlatılanlar adanın kuzey bölümü içinmiş… Bizim gittiğimiz güney bölümü neredeyse çöl görünümünde idi. Betonlaşma ise had safha da… Buna rağmen devasa otellerin tamamı bir düzen içinde yapılmış. Gözü yoran kötü bir görüntü yok. Her santimetre kare değerlendirilmiş…
Buzul çağından beri varlığını sürdüren meşhur canavar ağacı (dragon tree), palmiye ve adaya özgü bitkilerle bir düzen yaratılmış ve adanın yarısına yakını devlet koruması altına alınmış yani 2/B yok…
Tenerife volkanik bir ada olduğu için sahilde ki kumlar siyah. Önce bu görüntü rahatsız ediyor ama su tertemiz. Ne de olsa okyanus demeyin. Ne karpuz kabuğu ne naylon poşet, ne de sintine var…
İnsan başka bir ülkeye gitti mi ister istemez kendi ülkesi ile kıyaslıyor. Her seferinde bizim ülkemizin doğal güzellikleri ağır basıyor ama ne yazık ki yerel yönetimler ve halk el ele vererek bütün güzelliklerimizi çirkinleştiriyoruz.
***
Adada ilgimi çeken birkaç konuyu kısaca paylaşmak istiyorum…
Belki size komik gelecek ama sizlerle paylaşmak istediğim;
Ne İspanyolların deniz ürünlerinin lezizliği,
Ne hizmet kalitesi ve misafirperverliği,
Ne yunus ve balinaları yakından görmenin heyecanı,
Ne parayla satın aldığımız okyanus suyunun yüzerken bedava sinüslerimizi açması,
Ne karnaval, ne maskeli balo,
Ne volkanik kum ve kayalar, ne de su parkları…
Sizlerle paylaşmak istediğim birinci konu: Adada hiç nehir olmamasına rağmen nüfusun tarımla geçinmesi (Yılda beş milyondan fazla turiste ev sahipliği yaptıkları halde)
Su sorununu, atık suların geri kullanımı ile çözmeleri...
İkincisi; rögar kapaklarının tamamına yakınının araba yolunda değil, yaya kaldırımlarında ve kaldırımla aynı seviyede olması (Tabii kaldırımların en az araç yolu kadar geniş ve pırıl pırıl olduğunu söylememe gerek yok sanırım.) Araba kullananlar ne demek istediğimi anlamıştır. Nedense bizim buralarda rögar kapakları yolun ille de arabayla üzerinden geçeceği bir noktaya yapılır ve seviyesi ya yoldan alçaktır ya da yüksek! (Hele üniversitenin Umuttepe Yerleşkesi’ne çıkarken kaç rögar kapağının üstünden geçmek zorunda kaldığını sayan oldu mu acaba?)
Üçüncüsü: Oteller bölgesinde hemen hiç trafik lambasına rastlamadık. Çünkü yolların hiçbiri birbiri ile çakışmıyor. Yayalar ne mi yapıyor? Yaya geçidinden elini kolunu sallayarak geçerken, araçlar onları bekliyor.
Dördüncüsü: Ortalıkta sağa sola park etmiş araç görmek çok zor. Her otelin ve evin otoparkı var. Büyük olasılıkla da yeterli otopark alanı olmayan binaya ruhsat verilmiyor.
Beşincisi: Her yerde çok büyük çöp ayrıştırma konteynerleri var. Sağda solda sigara izmariti dahil hiç çöp görmedik.
Altıncısı: Sahiller halka açık, oteller tarafından kapatılmamış. Herkes istediği plajdan okyanusa girebiliyor. Ama plajlar tertemiz.
Bunlar ilk etapta aklıma gelenler…
Kısacası ‘‘Akarsuyu olmayan, kayalık, simsiyah kumsallı dünyanın bir ucundaki yere Avrupa’dan milyonlarca turist gider de; üç-dört saatlik mesafede ki tarihi, denizi, güneşi, dağı, akarsuları, bitek toprakları olan bir kente niye gelmez?’’ diye hiç düşünüp yorulmayalım sayın büyüklerim. Çölden bir cennet yaratmakla, cennetten bir çöl yaratmak bizim elimizde… ‘‘Küçük ayrıntılar, büyük farklar yaratır.’’ Değil mi?
* 25 Haziran 2009 Bizim Kocaeli Gazetesi haftalık köşe yazısı
Blog Arşivi
-
►
2018
(12)
- ► Haziran 2018 (1)
- ► Mayıs 2018 (6)
- ► Nisan 2018 (2)
-
►
2017
(20)
- ► Kasım 2017 (2)
- ► Eylül 2017 (2)
- ► Ağustos 2017 (2)
- ► Temmuz 2017 (4)
- ► Haziran 2017 (1)
- ► Nisan 2017 (1)
-
►
2015
(34)
- ► Eylül 2015 (1)
- ► Nisan 2015 (9)
- ► Şubat 2015 (3)
-
►
2014
(22)
- ► Aralık 2014 (4)
- ► Kasım 2014 (4)
- ► Eylül 2014 (1)
- ► Haziran 2014 (1)
- ► Mayıs 2014 (1)
- ► Nisan 2014 (1)
- ► Şubat 2014 (3)
-
►
2013
(43)
- ► Aralık 2013 (2)
- ► Kasım 2013 (4)
- ► Eylül 2013 (9)
- ► Haziran 2013 (4)
- ► Mayıs 2013 (4)
- ► Nisan 2013 (2)
- ► Şubat 2013 (4)
-
►
2012
(52)
- ► Aralık 2012 (4)
- ► Kasım 2012 (5)
- ► Eylül 2012 (4)
- ► Ağustos 2012 (4)
- ► Temmuz 2012 (4)
- ► Haziran 2012 (5)
- ► Mayıs 2012 (4)
- ► Nisan 2012 (5)
- ► Şubat 2012 (4)
-
►
2011
(45)
- ► Aralık 2011 (6)
- ► Kasım 2011 (5)
- ► Eylül 2011 (5)
- ► Ağustos 2011 (3)
- ► Temmuz 2011 (5)
- ► Haziran 2011 (12)
- ► Şubat 2011 (3)
-
▼
2010
(182)
-
▼
Aralık 2010
(182)
- Eğitim şart
- 16 mı?
- Kocaeli neden solun kalesi olmaktan çıktı?
- ...................................
- Hak mücadelesi...
- Trafik kazaları...
- Her saniye değerlidir...
- Kaybedecek zaman yok!
- Bir türlü anlayamıyorum...
- Öğrenmeye açık olmak...
- Banyan Ağacı Olabilmek...
- ......
- 2010
- Düşünmek...
- Geçen hafta...
- 10 Aralık 2009 Bizim Kocaeli Gazetesi haftalık köş...
- İyi de kötü de bizim içimizde...
- Ne anlatırsan anlat...
- Her şeye rağmen, dişhekimleri günü kutlu olsun...
- Kendimizle barışmadan Kocaeli seçmeniyle barışamayız
- 12 Kasım 2009 Bizim Kocaeli Gazetesi haftalık köşe...
- Kazlar ve takım ruhu
- En büyük bayram kutlu olsun...
- 22 Ekim 2009 Bizim Kocaeli Gazetesi haftalık köşe ...
- Sorunlara değil, çözümlere odaklanmak...
- Bisiklet yolu çizdim, o halde vizyonerim !!!
- Yürüyen köşk
- Bayramlar mı değişti, bizler mi yaşlandık?
- Otopark sorunu
- Sıcacık bir gülümseme dünyanın en kuvvetli antibiy...
- Anlamlı bir hikâye
- Elinizden geleni değil, ne gerekiyorsa!..
- Yazıklar olsun!
- Bağışlayın...
- ......
- Türkiye silahlanıyor mu, silahsızlanıyor mu?
- Sadece bir karar (2)
- Sadece bir karar (1)
- Düğün için yol kapatılır mı?
- Üzülmek neyi değiştirecek?
- Hormondan kaçarken, GDO’ya yakalanmak…
- Tenerife’in rögar kapakları, su, otopark ve çöp so...
- İçimden bir şey yazmak gelmiyor...
- Ne kadar çevreciyiz?
- Kocaeli 1. Kitap Fuarı…
- **************
- Kıymayın Efendiler!
- Tekrar soruyorum
- Sözde Kalmasın!
- MSG zararlı mı değil mi?
- Spor salonu olmayan spor lisesi!
- 24 Kasım Anadolu Lisesi…
- Çok geç olmadan!
- Yarın çok geç olabilir!
- Aklım karıştı…
- Oy kullanmak!
- Görünmeyen katkı, görünür başarı…
- Dört şey geri gelmez…
- Büyük düşünmenin büyüsü…
- Aklımıza takılanlar…
- Kadın erkek eşitliği komisyonu…
- Masal gibi…
- Uğur Mumcu Parkı…
- Siz nasıl çalışıyorsunuz?
- Küresel kararma…
- Teşekkür…
- Yeni yıl…
- ***
- Gül Baba Türbesi ve Tökely İmre Anıtı…
- Kabul edenler, etmeyenler? Kabul edilmiştir!
- Hayatın altın kuralları…
- Aday adayı olmak çook kolay…
- Buzdağının görünen yüzü…
- Ben lüksü sevmem…
- Velev ki…
- Kaliteli ve kalitesiz avukat…
- Yerel Seçimler, adaylar ve sorular…
- Yerim ihale kanununu…
- Ağız Sağlığı Sözde Kalmasın…
- Ne olacak halimiz…
- Üç hikaye, üç ders…
- Mikrop mu sorun, sorun mu mikrop?
- 18 Eylül 2008 Bizim Kocaeli Gazetesi haftalık köşe...
- Deniz Feneri…
- Çivi…
- Biz burada film oynamıyoruz…
- Ödül…
- 14 Ağustos 2008 Bizim Kocaeli Gazetesi haftalık kö...
- Olumsuzlukları olumluya çevirme…
- Önyargı üzerine…
- Bilgisayar ve gençlik…
- Seçim sizin!
- Kelebek etkisi…
- Aklıma Takılanlar…
- İşsizlik mi zor, iş yüzünden ölmek mi?
- Paradigmalar (2)
- Paradigmalar (1) …
- Fark yaratmak…
- Güvenmek, güvenilmek...
- 68 Kuşağından İnternet Kuşağına…
-
▼
Aralık 2010
(182)