Blog Arşivi

GEZİ YAZILARIM

Hoşgeldiniz





Translate

Risk üstüne risk!

“1940’lı yıllarda kent planlama çalışmaları yapan mimarlar: İzmit ve çevresinin tarihi ve doğal güzellikleri korunarak, cazip bir sahil kenti olarak varlığını sürdürmeli, ekonomik kalkınma uğruna karaktersiz bir kent olacağına, karakterli bir taşra kenti olması daha uygundur ” sözünü, yazılarımda sık sık kullanırım. 
Çünkü çocukluğumda, yaşadığım kasabadan 100 kilometreye yakın yolu kat ederek, pırıl pırıl denizinde yüzmeye geldiğimiz, tenekeler dolusu midye topladığımız ve 35 yıldır yaşadığım Kocaeli’nin, her geçen gün kötüye giden  içler acısı haline çok üzülüyorum. 
2006 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi Çevre Komisyonu raporunda
“Artık sanayiye doymuştur, çakılacak tek bir çivi olmaması gerekir” denilen kent hala sanayi sektörü için iştah kabartan bir seçim olmaktan çıkmadı.
Bunun önemli sebepleri var elbette. 
Asya’yı Avrupa’ya bağlayan kara ve demiryolunun ilimizden geçmesi;  
Kara ve demiryolunun yanı sıra,  hava ve deniz yolları ile bağlantılı olması vs. sanayi kuruluşlarının karlılık oranını artırıyor dolayısı ile her geçen gün yeni tesisler kuruluyor ya da kurulu tesisler kapasite artırımına gidiyor.
Bu tesislerden biri de Körfez’ de bulunan Gübretaş Fabrikası… 
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının,  37 bin 200 metreküplük amonyak depolama tankı projesi hakkında, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumludur kararı vermiş ve bu karara karşın açılan davanın keşfi için tayin edilen bilirkişiler de, yaptıkları keşif ve inceleme sonucu hazırladıkları raporda, olumsuzluk görmediklerini açıklamışlar. Bu duruma çok şaşırdım zira bölgede oturanlar ÇED toplantısını protesto edip yaptırmamış hatta  “ÇED Toplantısı yapılmamıştır” diye imzalı tutanak tutturmuşlardı.
*** 
Bilirkişi raporunu bir kenara, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, kentimizin sanayi açısından, üretim, depolama ve taşıma konusunda zaten her türlü kimyasal riskle karşı karşıya olduğunu bilmiyor mu? 
Söz konusu amonyak tanklarının kapasite artırımı için projenin yapılması düşünülen bölgede, sanayi ile yerleşimin iç içe olması, yanıcı ve parlayıcı maddelerin üretimi ve depolanması faaliyetlerine yakın olması nedeniyle insan ve çevre sağlığı açısından büyük risk oluşturacağını bilmiyor mu? 
Sadece kentimizin değil, tüm Türkiye’nin can damarı olan ve daracık sahil bandına sıkışmış bulunan, demiryolu ve iki ana kara yolunun geçtiği bir yerde, üstelikte birinci derece deprem bölgesinde böyle bir tesisinin kurulması, risk teşkil etmiyor mu?
***
Amonyağın çok zehirli ve aynı zamanda patlayıcı, parlayıcı özelliklere sahip bir madde olduğunu bilmek için bilim adamı olmaya gerek yok. 
Uzmanların anlattığına göre, olası bir kazada gaz kaçağı olursa, amonyağı süzen hiçbir maske olmadığı için, orada yaşayan canlılar boğularak ölecektir. Ya da olası bir depremde elektrik kesildiğinde, jeneratörler devreye girmezse, sıvı halindeki amonyak, gaz haline geçecek ve tanktaki basınç nedeniyle patlama olacaktır.
Bu patlamanın ise iki Hiroşima bombası şiddetinde olduğu telaffuz ediliyor.  
Biz Dilovası’nın kirliliğine çözüm bulmaya çalışırken, kentimiz her geçen gün risk üstüne risk alıyor. Yazık çok yazık!