Blog Arşivi

GEZİ YAZILARIM

Hoşgeldiniz





Translate

Ayşen Orçunsel'e…


Geçen hafta sonu, ailecek, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın konserine davetliydik.
İstanbul’un Avrupa yakasına geçmek pek kolay olmadığından, konser saatine yetişebilmek için, erkenden yola çıktık.
Hafta sonu ve sömestr tatilinin başladığı gün olmasına rağmen, tahminimizden çok daha önce karşı yakaya ulaştık…
Arabamızı otoparka bıraktıktan sonra, konserin başlamasına daha iki saat olduğunu görünce, Taksim’de biraz dolaşalım dedik.
Keşke demeseymişiz!
Otoparktan çıkar çıkmaz, tinerci bir çocuk yolumuzu kesti, para istedi.
Çok geç bir saatte değil üstelik, hava yeni kararmış…
Çocuğun öyle temiz bir yüzü vardı ki, üzüntüden boğazımda bir düğüm oluştu; kalbim sızladı.
Hele birde Büyükşehir Belediyesi’nin Taksim’i yayalaştırma projesi için her tarafı köstebek yuvasına çevirmesi, barikatla kapatması, içimi iyice daralttı.
Koşar adım konserin yapılacağı Lütfi Kırdar Uluslar arası Kongre ve Sergi Sarayına geri döndük.
Konser saatine kadar içeride zaman geçirdik.
***
Her zaman söylerim bizim kentimiz, artık sanayiye doydu.  Kentimiz sanayi kenti olarak anılacağına,  uluslar arası kongrelerin yapıldığı kent olarak anılsa diye.
 Alt yapısı zaten hazır…
Tarih desen tarih var, deniz desen deniz...
Kayak merkezimiz, çok yıldızlı otellerimiz hatta havaalanımız bile…
Buna rağmen, neden hala yeni tesisler, fabrikalar kurulup, güzelim kentimiz sanayi çöplüğü haline getirilmeye çalışılıyor? Bu zihniyeti anlayamıyorum!
Kent olarak en büyük eksiklerimizden biri de;  belediyelerin  “Kültür Merkezi” adı altında inşa ettikleri, içinde neredeyse kültür dışında her şeyin yapıldığı merkezler yerine;
Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı gibi binanın ya da binaların olmaması…
Mesela bir tane Kartepe’ye, bir tane Kandıra’ya, bir tane İzmit’e böyle bir bina inşa edilse, nasıl olur?
Bunu düşünmek için, vizyon lazım tabii…
Bizim kentimizde belediye dediğin kaldırım yapar; iki sene önce yaptığı kaldırımları söker, bir daha yapar...
Yanından geçen vatandaş, muhammen bedelin yazıldığı tabelada dudak uçuklatan rakamları,
kafasını kaldırıp okumaz, okusa bile bunun kendi vergileri ile ödendiğini düşünmez;
üstünden atlar geçer...
Nerden mi biliyorum?
Her gün işe gidip gelirken,  Belsa Plazanın önünden geçiyorum çünkü…
 Aylardır bitmeyen çalışma için ayrılan 4,5 milyona yakın paranın;
birkaç yıl önce yapılan ve şu anda döşenen taşlardan çok daha güzel olan taşların sökülerek, yerine kimsenin tuvalet taşı olarak bile kullanmayacağı taşların, benim gibi yoldan geçen yüzlerce insandan kimsenin umurunda olmadığını görüyorum.     
    ***
Teşekkürler Ayşen Orçunsel.
Size minnettarım…
Orçun Orçunsel gibi muhteşem bir evlat, bir değer yetiştirdiğiniz;
 orkestra şefliğini yaptığı İstanbul Senfoni Orkestrası’nın konserine bizi davet ettiğiniz;
 birkaç saatte olsa, kentin sorunlarından uzaklaşmamıza, kıyaslama yapmama sebep olduğunuz için…
Bir sonraki konsere kentimizi yönetenleri de davet eder misiniz lütfen?
Belki onlarda düşünür!