Blog Arşivi

GEZİ YAZILARIM

Hoşgeldiniz





Translate

Hangisi bilmiyorum!


 















Dilovası- Yeniyıldız Mahallesi;
Dilovası Organize Sanayi Bölgesi’nin içinde kalmış, daha önce köşe yazılarımda sıkça bahsettiğim gariban bir mahalle.
Öyle ki fabrikalar ile evler, iç içe ya da sırt sırta.
Bazı evlerin sahipleri, duvarı bitişik fabrika komşusunun gürültüsünden, kokusundan, pisliğinden o kadar bıkmış ki; yok pahasına evini satmış gitmiş.
Ev alma komşu al diye boşuna söylememişler yani…
Gerçi, ev daha önce alınmış komşu sonradan gelmiş ya neyse...
Asit fabrikası ile Okul arasında ki mesafe taş çatlasa 100 metre.
Okul desen okula benzemiyor, sanki kümes. Ne çocukları ne öğretmenleri çeken hiçbir cazibesi yok. Daha sabahın köründe uyku sersemi okula giderken “Bitse de gitsek” diye ayakları geri geri gidiyordur sanırım.
Okulun bahçesinde basketbol, voleybol oynayacakları sahaları yok ki, çocuklar oynasın.
Evde oynayacakları bilgisayarları da yok. Ne yapsınlar?
Asit fabrikasının suların da ya da fabrika yakınlarında ki boş arazilerde oynuyorlar.

Geçtiğimiz hafta yerel gazetelerde bir haber okudum.



















Yeniyıldız mahallesinde yağmur suyunun oluşturduğu gölete giren iki çocuk boğulmuştu. Önce kızdım, “ne işleri var, o pis suda” diye.
Sonra aklıma; geçenlerde çocukluğumun geçtiği Hendek’e gittiğimde gördüğüm, derede yüzen çocuklar geldi.
Biz de çocukken o derede yüzerdik. Derenin önüne konan taşlarla oluşturulan göletlerde…
O dönemde başka seçeneğimiz yoktu. Temiz, kirli, berrak, bulanık, çamur demeden bir de dibe dalardık. Burnumuza ağzımıza su kaçırmayalım diye sıkı sıkıya tembih ederlerdi evden.
Kurbağa larvalarını da balık zannederdik…
Bunaltıcı sıcaklar bastırınca, insan serinlemek için her yola başvuruyor.
Şu sıralar 45 derece sıcaktan bunalan Avrupalılar bile kendilerini süs havuzlarına attığını düşünürsek, 12 yaşında oyun çağında ki iki çocuğun yağmur suyunun oluşturduğu çamurlu bir gölete serinlemek ve oynamak amacı ile girmesi son derece normaldi. Boğulmaları hazin ancak daha hazin olanı, Dilovası deniz kenarında bir ilçe olduğu halde, halkın denize ayak parmağını bile sokamadıkları gerçeği.
30 yıl önce pırıl pırıl bir denize sahip Dilovası’nda değil denize girmek, deniz kenarında oturabilmek bile mümkün değil. “Neden?” derseniz, sanayi tesisleri, limanlar, tersaneler ile çevrilmişte ondan.  
    
Dilovalı iki çocuğun ölümünden buradaki sanayi kuruluşlarının sahiplerinin haberi oldu mu? Bilmem zira zengin ve ünlü ailelerin çocukları değillerdi.
Gazeteler bir-iki gün yazdı unutuldu gitti bile…
Ama ben unutmadım ve aklıma takıldı: “Serinleyebilecekleri deniz veya havuzları, spor yapabilecekleri kompleksleri olsaydı eğer; acaba bu çocukların ölümü engellenebilir miydi?”
Ölümleri kader mi, ailelerinin ilgisizliği mi, eğitimsizlik mi ya da değerli büyüklerimizin daha çok para kazanma hırsı mı? Hangisi bilmiyorum. Vicdanınıza bir sorun!
Posta Gazetesi Doğu Marmara Eki 23 Temmuz 2011